19 Şubat 2016 Cuma

birini sevmek, özlemek, aşık olmak ve bu gibi konulardan şikayet etmek lüks bizim için. çünkü hayatımızdaki şeyler, yani yaşadıklarımız o kadar gerçek ki, o  tarz konulara gelene kadar mecalimiz kalmıyor. sevmeyi, sevilmeyi geçtim, yaşamaya, hatta ölmeye bile mecalimiz yok. çünkü hayatı boyunca gerçeklere maruz kalmış insanları, herkesin inandığı yalanlarla kandıramazsınız. bilirsiniz işte. aşık olmak için inanmak gerekir önce. karşıdaki kişinin söylediklerine koşulsuz inanmak gerekir, yalan olduğunu bile bile üstelik. ben bu hayatta, kahverengi gözlü kadınların, yaprak yeşili gözlere yazılmış şiirlerle kandırıldığına şahit oldum. belki saflıktan belki inanmak isteyişlerinden belki de söylenen sözden çok o sözü söyleyen kişiyi önemsediklerinden. bilemiyorum.

 bu konuyla ilgili olarak, her zaman tekrarladığımız cümleyi bir kez daha tekrarlayalım, bu kez daha yüksek sesle;
''ne iyi olurdu, bir yalana daha inanacak iyi niyetimiz kalsaydı..'' 

günlerdir evdeyim, aynı odada. uzun zamandır kendimden başka kimseyle diyaloga girmiyorum. kendimden başka kandıracak kimsem yok. çocukken yanaklarım kızarırdı yalan söylediğimde. şimdi de yüreğim kızarıyor, yanıyor. çünkü o yalanların muhatabı yine kendimim. hayat güzel dedim mesela kendime az önce, saat 06:58'ken ve bütün gece uyuyabilmek için tanrıya yalvarmışken. ne tarafıma dönsem ağrıyor. sanki ben bu odanın, odanın içindeki yatağın üzerinde değilmişim de, onlar benim üzerimdeymiş gibi. geride bıraktığım yıllarda bedenimde taşıdığım fiziksel acıların üstesinden bir şekilde gelmeyi öğrensem de, içerimdeki yangınları dindirecek bir çözüm üretemedim henüz. çevremdeki çoğu kişinin olmaktan korktuğu, olmadığına şükür ettiği kişiyim.
bu yazılanları kim buralara kadar okuyacak, kim yalnızca ilk paragrafı okuyup, ne diyor yine bu ruh hastası, deyip kapatacak pencereyi, en önemlisi kim anlayacak burada bahsi geçen şeyleri, bilemiyorum. bir yandan anlaşılamamak kaygısı ruhumu kemirip dururken, diğer yandan da böyle bir beklentiyle yazmadığımı biliyorum. kimsenin beni anlamasına gerek yok diyorum kendi kendime. zaten beni, yalnızca buraları okuyarak tanıyacak biri  abartılı cümlelerden, saçma sapan düşüncelerden başka bir şey göremeyecek bu satırlarda.  keşke hayata onların baktığı pencereden bakabiliyor olsaydım..
bazı farkındalıklara ulaşamamış olmayı dilerdim tanrıdan bir dilek hakkım olsaydı eğer. yaşamın ve insanların bu kirli ellerini tutmamış, karanlık yüzlerini tanımamış, o zalim ve hoyrat denizlerin dalgalarında boğulup, hiç bulunmak istemediğim kıyılara vurmamış olmayı dilerdim. bir kulaç daha atabilmeyi dilerdim, tutunmaya bir kulaç kala boğulduğum zamanlarda. en önemlisi de, yalnızca bir ölüm hakkı dilerdim tanrıdan. en azından, böyle defalarca boğulup, defalarca karaya vurup, nefes alamayıp can vermem gereken gecelerin sabahında hiçbir şeyim yokmuş gibi davranmam gerekmezdi. 18 yaşındayken daha, gerçekleştirmek için canımı vereceğim hayallerimi ellerimden aldıklarında, orada alması  gerekiyordu canımı.  itirazım var.  bunun için bir yerlere başvurmalıyım..

bütün bunlardan daha kötüsü, birgün geleceksin biliyorum. geleceksin birgün ve yalnızca bu dağınıklığı göreceksin gözlerimde. kirpiklerime yapışıp kalmış can kırıklarını göreceksin. kirli eller bulacaksın karşında. yalnızca tepesine vurduğunda çalışan bir radyo gibi, bir aksiyona maruz kalmadığı sürece susup öylece oturan bir adam bulacaksın. oysa ben derli toplu bir yürek sunmak isterdim sana. ilk buluşmaya gelirken taramak isterdim saçlarımı. ama maalesef, o hevesi de son buluştuğum kadınla oturduğum masada bıraktım.

 karlarla kaplı bir dağın zirvesinden aşağı bırakılan bir kartopu düşün, ben o'yum işte. belki biriktim, büyüdüm.. ama  eteklerine inene kadar o eski halimden de eser kalmadı..


birgün bunları okursan, birgün bunları okuduğunda, bu satırların senin için yazılmış olduğuna emin olursan eğer, gel.  yapış yakama. sana ait olan yüzlerce sayfa ve bir kaç parça sevgi kırıntısı var içerimde.  buyur, senindir buralar..

-t
abi o gün geldiğinde, ben hala bu gezegende nefes alıp veriyor olursam.-