beş yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz? bunun üzerine bir kaç dakika düşünmenizi istiyorum. eğer gerçek bir ruh hastası değilsek, hepimiz daha mutlu, daha nitelikli, daha olumlu, daha bir şeyli bir hayat temenni ediyoruz. aradığımız aşkı bulacak, istediğimiz koşullarda yaşayacak, dilediğimiz yerlerde dilediğimiz işlerle meşgul olacağız. kendini beş yıl sonra şuan bulunduğundan daha kötü bir durumda gören var mı? bunun tahmininde dahi bulunmak saçma geliyor değil mi? elbette iyi olacağız ya, çünkü neden olmasın..
şimdi biraz düşünelim. beş yıl öncesini düşünelim. neredeydik, neler yapıyorduk, ve beş yıl öncesindeyken beş yıl sonrası için neler hayal ediyorduk. şuan için yani. beş yıl önceki kendinizle bir yüzleşelim bakalım, hayal ettiklerimizin kaçını gerçekleştirebildik. o kırmızı arabayı hangimiz elde edebildik, hangimiz o gözlerine bakmaya çekindiğimiz insanlarla aynı yatakları paylaşabildik. hangimiz süper ligde oynuyoruz, hangimiz dizilerde başrol oyuncusu olduk. -cevabı evet olan varsa eğer özelden yazsın, onlarla ayrıca konuşmak istiyorum.-
muhtemelen hepimiz hemfikiriz. istisna olarak,ben istediğim her şeye ulaştım, diyenleriniz varsa eğer, o konuda da, onlarla, hiçbir şeyin tahayyül ettikleri kalibrede olmadığı konusunda konuşalım. gerçekleşen hayallerimiz bile zihnimizde canlandırdığımızda yarattığı etkiyi yaratmıyor. maalesef. kendimden örnek vereyim; zihnimde canlandırdığım, kurguladığım, yaşadığım ya da yaşamak istediğim hiçbir şeyin karşılığı yok bu gezegende. biri demiş ya hani ''yanlış çağda yaşamanın stresi içerisindeyim'' diye, ben de yanlış bir gezegende var olmanın sıkıntısı içerisindeyim. ve bunun bir çaresi yok, ilacı merhemi yok. içince de geçmiyor, ağlayınca da.
ve bu farkındalıkla beraber ulaştığım kayıtsızlık, her sabah uyanıp tekrarladığım bu kepaze yaşamın, zihnimin dört bi yanını saran ağrısını her geçen gün biraz daha dayanılmaz kılıyor.
az önce kendimle konuşurken, insanoğlunun en büyük sorununun ''beklenti'' olduğuna kanaat getirdim. insan beklentisi kadar kırılıyor, beklentisi kadar mağlup oluyor, beklentisi kadar kaybediyor. bir şeyden beklentiniz varsa eğer, o şey sizi istediği gibi kullanabiliyor çünkü. bana bir sihirli değnek verseler, hayatım boyunca kimseden bir beklentim olmadan yaşamak yeteneğini edinmek isterdim. inanın bana, bu kanatsız uçmaktan daha zor. yaradılışımız gereği başka insanlara muhtaç ve başka insanlara karşı beklentiler taşıyarak yaşıyoruz. belki az belki çok, ama kesinlikle etrafımızdaki herkese karşı bir beklenti içerisindeyiz. birileri bizi anlasın istiyoruz, birileri bizi sevsin, hatırlasın, arasın, sorsun istiyoruz. yaptıklarımıza karşılık bekliyoruz. verdiklerimiz kadar almak istiyoruz. ne kadar farkında olmasak da, bunu inkar etsek de aslında yaptığımız her şeyin arkaplanında bir şeylerin beklentisi duruyor. bütün mağlubiyetlerimizin, yalnızlıklarımızın da temelinde bu yatıyor. bir şeylerin karşılığını alamamak, hastalığından ölüp gideceğiz. isviçreli bilim adamları kansere, vereme çare bulmadan önce oturup bu konu hakkında bir şeyler yapmalı.
beş yıl önce bana oturup böyle şeyler yazacaksın deselerdi güler geçerdim. o zaman taptaze, el değmemiş hayallerim vardı. muhtemelen beş yıl sonra da şuan bu yazdıklarıma gülüp geçeceğim. belki daha iyi, belki daha kötü bir durumda olduğum için. belki de beş yıl sonra kemiklerim bile çürümüş olacak. bu düşünce beni memnun etti. eminim ki, toprağın altında haşereler tarafından yenilmek, her sabah uyanıp aynadan gözlerime baktığımda içimdeki olumlu şeylerin, umutların, sevinçlerin biraz daha eksilmesini seyretmek kadar acı vermeyecektir.
bu yazdıklarıma gülün, siktir lan abartma, deyin farketmez. gerçekten gerçek düşüncelerim bunlar ve haklı olduğumu biliyorum.
saatlerce yazsam bu cümlelerin sonunu getiremeyeceğim. ve nihayetinde kimseye kendimi anlatamayacağım da. anlatsam da nasılsa anlamayacaklar. hadi bir mucize gerçekleşti ve birileri beni anladı diyelim, bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek. içimdeki anlaşılma beklentisini söküp atamıyorum. ama bu hayalötesi anlaşılmanın hiçbir boka yaramayacağının da farkındayım. çıkar yol yok yani. yarın sabaha uyandığımda da boktan bir yataktan kalkıp, boktan merdivenlerden inip, boktan bir mutfakta, bu boktan bedenimle başbaşa boktan bir kahvaltı yapıp, boktan rutin şeyleri yapmaya devam edeceğim.
hani haklı olmak mutlu olmaya yetmez ya, hani bazen doğru olanı yaptığını bilirsin ama doğru olan asla memnun etmez ya, hani bazen yapman gereken değil de yapmaman gereken şeylerin seni mutlu edeceği tutar, -ki genellikle öyledir- işte öyle zamanlarda doğru şeyleri yapmanın hiçbir halta yaramadığının farkına varırsın. işte oradayım...
karanlık bir gecede bütün iletişim araçlarını kapatıp bir kaç dakika kendinizle yüzleşin. bu sizin için sizden ricam olsun. bir çoğunuzu tanımıyor olsam da, bir çoğunuzdan nefret ettiğimi de belirterek, hepinize iyi geceler diliyorum..
29 Eylül 2016 Perşembe
12 Eylül 2016 Pazartesi
artık bayramlara inanmayacak kadar büyüdük frida.
kirlendik. çocuk değiliz. kimse başımıza yeni papuçlar bırakmıyor.
ve bir şair bozuntusu şöyle diyor konuyla ilgili;
birinin elini öpmenin ona itaat etmek anlamına gelmediği zamanlarındı bayram sabahları..
hak veriyorum..
eskiden mükafatı olan her şeyin şimdi bedelini ödüyoruz.
gri sabahlar dolaşıyor tepemizde. sabahlar tepemizde, geceleri ayaklarımız altına almışız.
ne çok şeyi ayaklarımızın altına alıyoruz, pek az şeyin yeri başımızın üstünde.
geceleri sevmek herkese nasip olmaz diyor tanrı. kimse duymuyor onu. gönderdiği vahiyler, gönderilene pek ulaşmıyor. muzdaribiz.
bazen aşık oluyoruz, bazen nefret ediyoruz, bazen ikisi birden oluyor.
meşguliyetlerimizi kendimiz belirlediğimiz sürece özgürüz. birine aşık olmak da buna dahil, birinden nefret etmek de.
bir şeylerin külünün izi kalmış gömleğimizde, uzanıp silkelemiyoruz. sert bir rüzgara ihtiyacımız var, şemsiyelerimiz hep tersine dönük.
güzel gözlü kadınlara şiirler yazıyoruz, okumuyorlar. güzel gözlü kadınlar, güzel gülen kadınlar, güzelliklerinin farkındalar. çirkin adamların onlar için yazdıkları umurlarında olmuyor. çirkinlik hala fiziksel. bu değişmeli.
-bütün bu meşguliyetlerin arasında ben, seni seviyorum frida. ara sıra birayı şişesinden içerken havaya kalkan burnun geliyor aklıma. tanrı böyle bir gezegen yaratmadı henüz. böyle bir şiire ilk kez denk geliyorum, kalkıp gidebiliyor oturduğu masadan..
-sığındığım yerler var, keşfedilmesinden korktuğum. başımı ellerimin arasına alıyorum.
gitarın tellerine vuruyorum ara sıra. bazen resmini koyuyorum karşıma. konuşmuyorsun frida, küs müyüz?
-görüyorum, hala bir yerlerde gülüyorsun yeşil yeşil. bu ormanları gözlerine sığdıran tanrı, beni seninle yan yana yürütemiyor mu? sadece soruyorum.
-sadece soruyorum tanrım. bak bu frida, bunu sen yarattın. adaletini sorgulamak gibi olmasın ama tanrım, beni de sen yarattın.
*yollara düştüğüm gecelerden geliyorum. özlediğim yerlerden. bilmediğim yerlerden, gitmek istediğim yerlerden, bayram sabahlarından, otogarlardan, tren garlarından, havalimanlarından, kavuşulan yerlerden, konuşulan yerlerden, gülüşülen yerlerden, şarap kadehlerinden, rüzgarda savrulan perdelerden, soğuk biralardan, filmlerden, sevilen müziklerden.. arkamı dönüyorum,
senin kapın.
kapalı.
bir kapı ne kadar kapalı olabilir frida.
yüreğinin başka girişi yok mu?
neden bir yangın merdiveni koymamışlar buraya.
birinin gülüşünü seyrederken insan yanmaz mı sanıyorlar?
yanar frida.
bir adam, bir sabah vakti uyanır uyanmaz fotoğraflara koşuyorsa,
soluk soluğa kalıyorsa bir odanın içinde,
ve o gülüşü seyretmenin başka bir yolu yoksa,
pek etrafta duman göremezsin, ama,
bu yangın sayılır frida.
''çocukluğumun bayram sabahları gibisin..''
bunu daha önce biri başka biri için söylemişti, ben pek inanmadım.
ama sen,
hakikaten öylesin.
tamam belki ben bu dünyada bir hiçim,
vasızfısızım, beceriksizim.
ama sen yeryüzünün bütün harikalarının sergilendiği bir sergi gibisin,
yağmur sonraları istanbul,
gülümseyen çocuk elleri.
bazen rengarenk gökkuşağı,
bazen hoyrat bir deniz..
daha da yazarım biliyorsun, ama inan bana,
kelimeler kifayetsiz kalıyor. boynu bükülüyor cümlelerin.
eğilip, bükülüp boşluğa düşüyor harfler.
inan bana, gerçekler bunlar,
eğer abartıyorsam piçim..
kirlendik. çocuk değiliz. kimse başımıza yeni papuçlar bırakmıyor.
ve bir şair bozuntusu şöyle diyor konuyla ilgili;
birinin elini öpmenin ona itaat etmek anlamına gelmediği zamanlarındı bayram sabahları..
hak veriyorum..
eskiden mükafatı olan her şeyin şimdi bedelini ödüyoruz.
gri sabahlar dolaşıyor tepemizde. sabahlar tepemizde, geceleri ayaklarımız altına almışız.
ne çok şeyi ayaklarımızın altına alıyoruz, pek az şeyin yeri başımızın üstünde.
geceleri sevmek herkese nasip olmaz diyor tanrı. kimse duymuyor onu. gönderdiği vahiyler, gönderilene pek ulaşmıyor. muzdaribiz.
bazen aşık oluyoruz, bazen nefret ediyoruz, bazen ikisi birden oluyor.
meşguliyetlerimizi kendimiz belirlediğimiz sürece özgürüz. birine aşık olmak da buna dahil, birinden nefret etmek de.
bir şeylerin külünün izi kalmış gömleğimizde, uzanıp silkelemiyoruz. sert bir rüzgara ihtiyacımız var, şemsiyelerimiz hep tersine dönük.
güzel gözlü kadınlara şiirler yazıyoruz, okumuyorlar. güzel gözlü kadınlar, güzel gülen kadınlar, güzelliklerinin farkındalar. çirkin adamların onlar için yazdıkları umurlarında olmuyor. çirkinlik hala fiziksel. bu değişmeli.
-bütün bu meşguliyetlerin arasında ben, seni seviyorum frida. ara sıra birayı şişesinden içerken havaya kalkan burnun geliyor aklıma. tanrı böyle bir gezegen yaratmadı henüz. böyle bir şiire ilk kez denk geliyorum, kalkıp gidebiliyor oturduğu masadan..
-sığındığım yerler var, keşfedilmesinden korktuğum. başımı ellerimin arasına alıyorum.
gitarın tellerine vuruyorum ara sıra. bazen resmini koyuyorum karşıma. konuşmuyorsun frida, küs müyüz?
-görüyorum, hala bir yerlerde gülüyorsun yeşil yeşil. bu ormanları gözlerine sığdıran tanrı, beni seninle yan yana yürütemiyor mu? sadece soruyorum.
-sadece soruyorum tanrım. bak bu frida, bunu sen yarattın. adaletini sorgulamak gibi olmasın ama tanrım, beni de sen yarattın.
*yollara düştüğüm gecelerden geliyorum. özlediğim yerlerden. bilmediğim yerlerden, gitmek istediğim yerlerden, bayram sabahlarından, otogarlardan, tren garlarından, havalimanlarından, kavuşulan yerlerden, konuşulan yerlerden, gülüşülen yerlerden, şarap kadehlerinden, rüzgarda savrulan perdelerden, soğuk biralardan, filmlerden, sevilen müziklerden.. arkamı dönüyorum,
senin kapın.
kapalı.
bir kapı ne kadar kapalı olabilir frida.
yüreğinin başka girişi yok mu?
neden bir yangın merdiveni koymamışlar buraya.
birinin gülüşünü seyrederken insan yanmaz mı sanıyorlar?
yanar frida.
bir adam, bir sabah vakti uyanır uyanmaz fotoğraflara koşuyorsa,
soluk soluğa kalıyorsa bir odanın içinde,
ve o gülüşü seyretmenin başka bir yolu yoksa,
pek etrafta duman göremezsin, ama,
bu yangın sayılır frida.
''çocukluğumun bayram sabahları gibisin..''
bunu daha önce biri başka biri için söylemişti, ben pek inanmadım.
ama sen,
hakikaten öylesin.
tamam belki ben bu dünyada bir hiçim,
vasızfısızım, beceriksizim.
ama sen yeryüzünün bütün harikalarının sergilendiği bir sergi gibisin,
yağmur sonraları istanbul,
gülümseyen çocuk elleri.
bazen rengarenk gökkuşağı,
bazen hoyrat bir deniz..
daha da yazarım biliyorsun, ama inan bana,
kelimeler kifayetsiz kalıyor. boynu bükülüyor cümlelerin.
eğilip, bükülüp boşluğa düşüyor harfler.
inan bana, gerçekler bunlar,
eğer abartıyorsam piçim..
1 Eylül 2016 Perşembe
bir balkondayım ve yıldızları seyrediyorum.. bütün mevzu bu. öyle pek abartılacak bir yanı yok, yıldızları seyredebileceğiniz sıradan herhangi bir balkon burası. herhangi bir balkon ama öyle alelade bir balkon da sayılmaz aslında. demir parmaklıkların arasından ayaklarımı uzattım ruh halime uygun müzikler dinliyorum. ortamda eğreti duran hiçbir şey yok. buna bitmiş kola şişesi ve yırtılmış cips paketleri de dahil. yıldızlar öyle güzel ki, bu anı yazmasam olmazdı. böyle güzel anlarda hemen kağıda kaleme sarılırım. kimileri fotoğraf çekerek ölümsüzleştirir bu anları, ben, eğer yalnizsam, yazarım genelde. konu hep baska başka yerlere gidiyor olsa da, zihnimdeki ızdıraplar için bir çıkış kapısı olur bu anlar. işte o anlardan birindeyim. şuan bulunduğum sokağın adını sorsanız bilmem. bir kaç yüz metre ötede insanlar gürültü eşliğinde dans ediyorlardı, barlar sokağı diyorlar adına. oraya yakınım.
burada da daha fazla kalamayacağım, yarin sabah gidiyorum. üstelik çantamı da ilk kez geceden hazırladım. istikamet neresi, bilmem. otogara gidip rengini beğendiğim bir firma tabelasının kapısından girer, o an ismini beğendiğim bir yere giderim belki. son haftalarda böyle oluyor. sabit kalamıyorum. kalıcı olamıyorum. kalıcı olmak fikri bunaltıyor beni. eskiyen bir şeyleri hatırlatıyor. eskimiş, alışılmış, zorunluluktan yan yana duran nesneleri anımsıyorum. annemi özledim. annemi fena halde özlüyorum. bu geceye dair net olarak hissettiğim tek sey bu.
yıldızlar güzel, balkonlar güzel, masada duran çöpler bile güzel, bir biz insanlar cirkiniz. kötüyüz, bayağıyız. birbirimize tutunmadan ayakta duramayiz, ama birbirimizi itelemekten başka bir halta yaradığımız yok.. sonumuz tutunamamaktan olacak. sevgiye, iyiye ve güzele...
nazan öncel'den gitme kal bu şehirde, bunu okuyan herkesten bana armağan olsun.
hepinize, mümkün olduğu kadar, iyi geceler...
burada da daha fazla kalamayacağım, yarin sabah gidiyorum. üstelik çantamı da ilk kez geceden hazırladım. istikamet neresi, bilmem. otogara gidip rengini beğendiğim bir firma tabelasının kapısından girer, o an ismini beğendiğim bir yere giderim belki. son haftalarda böyle oluyor. sabit kalamıyorum. kalıcı olamıyorum. kalıcı olmak fikri bunaltıyor beni. eskiyen bir şeyleri hatırlatıyor. eskimiş, alışılmış, zorunluluktan yan yana duran nesneleri anımsıyorum. annemi özledim. annemi fena halde özlüyorum. bu geceye dair net olarak hissettiğim tek sey bu.
yıldızlar güzel, balkonlar güzel, masada duran çöpler bile güzel, bir biz insanlar cirkiniz. kötüyüz, bayağıyız. birbirimize tutunmadan ayakta duramayiz, ama birbirimizi itelemekten başka bir halta yaradığımız yok.. sonumuz tutunamamaktan olacak. sevgiye, iyiye ve güzele...
nazan öncel'den gitme kal bu şehirde, bunu okuyan herkesten bana armağan olsun.
hepinize, mümkün olduğu kadar, iyi geceler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)