9 Haziran 2017 Cuma

sırtımı yasladım eskimiş, yorgun bir banka
gökyüzü gri ama şehre yaz gelmiş diyorlar
insanlar gelip geçiyor önümden
kuşlar geçiyor, kediler, köpekler, karıncalar
ve zaman
zaman geçiyor
zaman geçecek
zaman geçmiş

zamanla birlikte bir şeyler de geçiyor
geçecek
geçmiş
birileri

ben mi
ben zaten
ben kendimden çoktan geçmişim

ağaçlardan geçmişim, kuşlardan, çiçeklerden, aşktan, sevgiden, güvenden ve insana insan olduğunu hissettiren her şeyden
geçmişim
neden diye sormayacak kimse ama
söyleyeyim
vaziyetimin müsebbibi yalnızca geçmişim

yağmur başlayınca, telaş saçak altlarında muhafaza edilir
insan olmanın aciziyeti
otobüs duraklarında, dükkan önlerinde dolup taşar
oysa ki yalnızca yağmur yağıyor
diyemezsin
ıslanmaman gerekiyor çünkü
herkes bir sigara yakar bu kısa tutsaklığa
ve elbette sorsan
herkes sever, ıslanmadığı yağmuru
kuruyken herkes sever, pencereden bakarken herkes sever
peki bu şemsiyeliler kimler

güzel günler bir bavula doldurulup
bir bagaja konulup
bir şehre gönderilmiş
ben o şehri arıyorum
adresi bırakın
o şehrin adını dahi bilmiyorum

güzel insanlar nerede
görüyorum iki sevgili şurada kavuşmuş
benim yine,
benim niye
bu ellerim bu ceplerimde

ah benim cemal abim
umulmadık bir gün olabilir bugün
demişsin
yağmurların kokusunda bir çay söyledim sana inanıp
kaşıksız, demli
ama rica ediyorum
bu sefer
sen haksız çıkma lütfen
yani en azından ben haklı çıkmayayım

benim bu hislerime ne oldu  anlatın
kim gömdü beni böyle, benden uzağa


neden yalnızım
neden gülümsemiyorum
neden bu öfkem
neden diye soranlarınız oluyor ya bazen
yorgunum ama, anlatayım
-yorgunum
anlattım
yani size yerli yersiz gülümseyemem
yani sevemem öyle kimseyi ansızın
yani, yanisi yok işte
ne anlamak istiyorsanız onu anlayın
ben yalnızca, yorgunum diyeceğim
ulan anlayın

ama bir gün
bir yerde
bir şekilde
bir yer
bulursam koyacak
belki ben de artık
bu ellerimi bu ceplerimden çıkarırım

4 Haziran 2017 Pazar

Kuş

dün sigara içmek için balkona çıktığımda camın kenarına sinmiş bir kuşa rastladım. kanatlarının bir kısmı dökülmüş, bitkin, yorgun bir şekilde duruyordu. öğlen saatleri, güneş tepede, nem çok. onun bu biçare halinin yeni doğmuş yavru bir kuş oluşundan mı yoksa hasta oluşundan mı olduğunu çözemedim. aklıma ilk gelen şey su içirmek oldu. bir iki deneme sonunda bir kaç yudum da olsa su içirebilmeyi başardım. sonra kilere gidip yiyeceği bir şeyler aradım. hasta bir kuş ne yer bilmem, yavru bir kuş ne yer onu da bilmiyorum. aklıma süt vermek bile geldi bir ara. sonra en mantıklı tercihin bu olduğuna kanaat getirerek, bulgur, buğday karışımı hazırlayıp götürdüm. bir kaç dakikalık uğraş sonunda bu biçare arkadaşıma hiçbir şey yediremedim. son çare olarak, bir kaba su doldurup  önüne bıraktım. annemi aradım sonra, ne yapayım, diye. anneler böyle şeyleri bilirler çünkü.
meğer zaten annem bulmuş o kuşu. bizim balkonun bir penceresi yaz kış aralıklıdır. -fantezi olsun diye değil, geçen sene bir pencere bozuldu, taktırma gereği duymadık.- eskimiş halılar falan da orada muhafaza edilir. annem halıları bir ihtiyaç sahibine vermek için kaldırırken bir önceki gece rastlamış. iki kardeşlermiş. diğeri annemin çabalarıyla uçmuş, bu bahtsız arkadaş nasıl olmuşsa bir tele sarılıp takılı kalmış orada, iki saat boyunca o telden kurtarmaya uğraşmış annem. uzun uğraşlar sonucunda da telden kurtarıp balkona koymuş. buymuş bu bahtsız kuş arkadaşımızın hazin hikayesi.
bu hikayeyi duyduktan sonra telefonu kapatıp, yorgunluğumun da etkisiyle, bahsi geçen bu arkadaşın haline üzülerek uykuya daldım. bir saat sonra uyandığımda ilk işim kuşu kontrol etmek oldu. oradaydı, yanında başka bir kuş daha vardı. uzaktan izledim. bir şey konuşmuyorlardı ama anlaşıyor gibilerdi. uzun süre devam etti bu sahne. sonra sigara içmek için onlara biraz daha yaklaştığımda diğer kuşun gagasıyla bizim kuşa bir şeyler yaptığını gördüm. derken nasıl olduysa bizim kuşun dengesi bozuldu. acı acı çırpınsa da mermere tutunmayı başaramadı. düşmesine engel olmak için pencereye koştum, ama nafile. diğer kuş göğe doğru havalanırken, bizim kuşun akıbetini görmek istemeye istemeye hızlıca aşağıya baktım. kaldırımda bir ceset görmeye alıştırmıştım kendimi. işte o an mucizevi bir şey gerçekleşti, kaldırıma bir kaç adım kala kanat çırparken gördüm bizim kuşu. uçmak için değil de, düşmemek için kanat çırpıyordu ve zor da olsa bunu beceriyordu. -o anda olduğu gibi, şuan bu satırları yazarken de bir galibiyet tebessümü beliriyor yüzümde.- bizim kuş havadaydı. can havliyle giriş katın balkonuna kondu. yaklaşık onbeş dakika onu seyrettim. iki sigara bitirdim. mutluluk sigarası dediklerinden. sonra giriş katın meraklı ablalarından biri bir şey silkelemek için balkona çıkınca, bizim kuş tedirgin olup tekrar aşağı doğru bıraktı kendini. ama bu sefer kendi isteğiyle bırakmıştı kendini boşluğa ve daha kararlı bir şekilde kanat çırpıyordu. düşmemek için değildi, havalanmak içindi bu kez kanat çırpışları. -o an beşiktaş şampiyonlar liginde çeyrek finale çıkmış kadar sevindim.- sonra, balkona konduğundan biraz daha az zorlanarak karşıdaki elektrik tellerine kondu. artık düşmeyeceğinden ikimiz de emindik.
bu mutlulukla içeri girip düşünmeye başladım.

hayat ne garipti. o kuş oraya gelip o denge kaybını sağlamasaydı, o düşüş gerçekleşmeseydi, bizim kuş uçabiliyor olduğunu asla bilemeyecekti belki de. asla cesaret edemeyecekti, kendi isteğiyle asla bırakamayacaktı o boşluğa kendini. belki de ölüp gidecekti o balkon köşesinde. hoş, ben ölmesine izin vermezdim gerçi ama benim ona sağlayabileceğim hayatın da onun istediği türden bir hayat olacağını sanmıyorum. her neyse. bunu neden sizinle paylaştım biliyor musunuz;
işte dünya denen bu eskimiş gezegen o pencere. biz de o çaresiz kuşlarız. biri gelip bizi itmediği sürece, o bitirici darbelere maruz kalmadığımız sürece, yalnızca kendimizin üstesinden gelebileceğimiz problemlerle yüzleşmediğimiz sürece kendimizi gerçekleştiremeyeceğiz. yeteneklerimizin, yapabileceklerimizin farkına varamayacağımız kendimizle başbaşa kalmadığımız sürece. çünkü sınırlarımızı ancak böyle bilebiliriz. gerçek 'kendimiz'i ancak böyle tanıyabiliriz.  kendimizi boşluğa bırakmadan uçabiliyor oluşumuzu nasıl sınayabiliriz ki? sınayamayız elbette. yürümeye talim bir hayatın mensubu olup, gökyüzündeki kuşlara küfrederiz en fazla, uçuşlarına hayran hayran bakarak. -biz hayran olduğumuz şeylere küfretmeyi seven bir toplumuz nihayetinde.-
bakınız, tecrübe ile sabittir; hakiki sarsıntıların üstesinden gelebilmenin ilk yolu, önce o sarsıntılarla karşılaşmış olmaktan geçer.

umarım herkes birgün, bir şekilde kanatlarının farkına varır. bedeli ne olursa olsun; eğer uçabiliyorsa uçmalı insan. düşebiliyorsa düşmeli.
yoksa kendimizi nasıl bileceğiz, nasıl tanıyacağız ki başka türlü?

zamanın birinde şöyle demiştim;
''zemine çarpmadan gerçekleşen hiçbir yükseliş gerçek değildir.
baki olamaz..''

işte öyle..