26 Ocak 2016 Salı

parmak uçlarını raftaki kitaplarda gezdirdi. çocukken parmaklıkları olan bodrum katlarının yanından geçerken mahir de böyle yapardı. eski püskü bir deftere ilişti gözleri. diğer bütün kitapların aksi yönünde yatırılmış özensiz, eskimiş bir defter. onca ilgi çekici kitap kapağı varken, neden o eski püskü defter çekmişti ki ilgisini, diye merak etmedi mahir. çünkü biliyordu nedenini. cevabı karşısında duruyordu işte. mahirin oturma odasındaydı nazlı.  okuyabilir miyim? diye sordu, hızlıca başını mahire doğru çevirip.  omuzlarından aşağı dökülen saçları o sırada sağa sola savrulmuş ilahi bir ışık demeti görüntüsü veriyordu. odada yanan avizenin boynu büküldü bu manzara karşısında. maruz kaldığı görüntünün etkisiyle, hipnotize olmuş bir şekilde yalnızca, tabi, diyebildi mahir.
heyecanla sayfaları çeviriyordu nazlı. sanki yazanları okumuyor da, ilk kez gittiği bir şehrin sokaklarında dolaşıyordu. o heyecan vardı gözlerinde. nazlı şuan bir şehrin sokaklarında dolaşıyorsa şayet, mahir de o şehrin en yüksek noktasına çıkıp oradan seyrediyordu şehrin manzarasını. birden korku kapladı mahirin içini. böyle mutlu olduğu zamanlarda, bu büyüyü bozacak bir şeyler mutlaka olurdu çünkü. yıllardır işler böyle yürüyordu. ileri atılan sağlam bir adımdan sonra, geriye doğru yalpayarak, sendeleyerek atılan üç-dört adım. darmadağın olmak konusunda zirveyi kimseye bırakmamıştı geçen yıllarda. eksilmek konusunda da epey iyidi. taa ki eksilecek bir şeyi kalmayana kadar. ama ne olduysa birden nazlı çıkmıştı karşısına. canlı kanlı karşısında duruyordu işte, oturma odasındaydı üstelik. ama elbette bunun da bir cezası olacaktı.  şimdiye dek bedelini ödemediği hiçbir mutluluğu yaşayamamış biri olarak bilincindeydi her şeyin. bu durumu nasıl normalleştirebilirim diye düşünürken, kahve içer misin, diye sordu nazlıya.  bir şekilde toparlaması gerekiyordu çünkü. ve doğal davran, demişti otobüsteki adam oğluna. sevdiğin kızın yanında doğal davran. sanki her gün oturma odanda bir doğa olayı gerçekleşiyormuş gibi. yani ne kadar olabilirse işte..
kahveleri ben yaparım, dedi nazlı. tam da mahirin beklediği cevap. mutfağı kendisi buldu. yanlışlıkla banyoya ve yatak odasına girdikten sonra.  pencereden dışarı baktı boş gözlerle. bir şeyler yapması gerekiyordu. bu anı ölümsüzleştirecek bir şeyler. bir şarkı mesela. kalktı radyoyu kurcaladı biraz. bugün dağların dumanı aralandı, hoşgeldin, diyordu hüsnü arkan.  tamam, dedi mahir kendi kendine. işte şimdi bu manzaraya dışarıdan bakanlar bir şiiri seyredeceklerdi. eski püskü bir evin, vasatı bile aşamayacak eşyaları arasında gerçekleşen görsel bir şiir.
okuyabiliyor musun, diye sordu mahir. yazının bir önemi yok, hatta ne yazdığının bile. önemli olan bu kelimelerin okuyan kişide ne canlandırdığı. bunu sen de biliyorsun, diye cevapladı nazlı. buna benzer bir özlü sözü dün gece izlediği bir filmde de duymuştu. yazdığım yazıların üzerinden bir süre geçtikten sonra ben bile okuyamıyorum bazen ne yazdığımı, diyecekti ki, nazlı defteri kapattı hızlıca.  kahvelerimiz oldu, dedi. bir kahve en fazla ne kadar güzel olabilirse, bir kahvenin içilecek kıvama geldiği ne kadar güzel anlatılabilirse o kadar güzeldi o manzara..
pencerenin önüne oturup, kahveleri de hemen yandaki peteğin üzerine koydu nazlı. dışarıdan yüzüne yansıyan ışıkla beraber, zaten mavi olan gözleri bambaşka bir renge bürünmüştü. literatürde tanımı yoktu bunun. daha önce hiçbir şiir dizesinde de bahsedilmemişti. okyanusları hayal eden bir adam için, bizzat okyanus kıyısında oturup kahve içme faaliyeti. - sonradan bu anı hatırlayıp şöyle yazdı mahir, az önce nazlının ellerinde olan o eski püskü defterine;
''ki ben ömrümde hiç okyanus görmedim
 ama bilirim nasıldır
gözlerine uzun uzun bakmışlığım var''
uzunca bir şiirin yalnızca bir kesiti. size anlatmaya çalıştığım nazlı gibi işte, diye de ekledi şiirin sonuna not olarak. neden, diye sordu nazlı, neden hiç ondan bahsetmiyorsun yazdıklarında. o diye bahsettiği kendisiydi aslında. bunu ikisi de biliyordu, bilmiyorlarsa bile sonradan öğreneceklerdi.
gülümsedi mahir, tırnak uçlarına kadar hissettiğin bir sancıyı yazarak anlatamazsın, dedi..
sustular..
böyle zamanlarda söyleyecek bir şey bulamadığı için değil, ne söyleseler eksik kalacağını bilen bütün aşıklar gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder