15 Ağustos 2016 Pazartesi

falanca şehrin, falanca sokaklarından birinde, bir bilgisayara oturmuş bir şeyler karalıyorum. on altı gündür yollardayım. neden yolda olduğumu, nereye gittiğimi bilmeden.. bu ara sıra can sıkıcı olsa da genel itibariyle rahatlatıcı bir yolculuk şekli. bir arayış ya da varış ihtiyacı gözetmeksizin, kendimi tamamlamaya çalışıyorum. -bir yandan da eksiliyorumdur belki, ruhumun çürümüş uzuvlarını yürüdüğüm yollarda bırakıyorumdur, kim bilir.. ben bilmem..-
henüz bir şey bulamadım. bir şey bulduğum zamanlarda, bir şey bulduğumu o an idrak edemeyeceğimin de bilincindeyim. bu yüzden varışsızım, sonuçları önemsemiyorum. belki üzerinden yıllar geçtikten sonra bir dost sohbeti eşliğinde bu anlardan bahsederken anlayacağım, bu yolculuk esnasındaki kazanımlarımın ve mağlubiyetlerimin ne olduğunu. belki de bu günler benim geride kalan hayatımın tamamı olacak. bundan sonraki hayatımı yerleşik bir düzeni redderek yaşayacağım, kim bilir. yarına dair bildiğim hiçbir şey yok. an geldiğinde, hazırlıksız bir bugün'ün, artık yarına çıkamayacağı gerçekliği dışında. bir gün gelecek, o günün sabahı bizim için yarına ulaşmayacak. ve geride yalnızca böyle yazılar kalacak hakkımızda. şanslıysak birileri okuyacak bunları, vay amına koyayım, diyecek. herifle aynı şeyleri düşünmüşüz.
işte o vakit gökyüzünden aşağıya bakıp gülümseyeceğim, geç kaldın be amına koyayım, diyeceğim ben de. ama kızmayacağım tabi, nihayetinde hangimiz hangimize geç kalmadık ki? oğuz atay'ın şuan bize baktığı gibi bakacağım dünyaya tepeden. asla onun kadar büyük bir yazar olamayacağımın verdiği bilinçle tabii. oğuz abim, yaşasaydın bu yolculuğun sonunda senin eşiğine basmak isterdim. seninle aynı masaya oturup derdimi açmak isterdim sana. biliyorsun, bu pek yaptığım bir şey değildir. sen de bana anlatabilirsin, iyi sır tutarım... neyse güzel abim, daha fazla kafanı şişirmeden gideyim ben, bir çay içimlik borcum olsun. umarım bir dahaki sefere, atılgan yusuf abimi de alır galatada bir yerlerde otururuz.. selametle..

yollarda kendi kendine konuşanlara deli diyor bu toplum. şizofreni diyor biraz daha iyi ihtimalle, bir kapıya bakıp orada biri varmış gibi konuşanlara. ee peki yazarlara, şairlere duyulan bu saygı, sevgi neden? düşüncelerini sesli değil de yazılı ifade ettikleri için mi? saatlerce boş bir odaya bakıp, onlarca sayfa yazı yazan insanların sokakta görüp alay ettiğiniz o statü sahibi olmayan delilerden ne farkı var? var olmayan şeyleri varmış gibi düşünüp, var olan şeyleri yok eden bu yazıların sahipleri neden akil insanlarmış gibi lanse ediliyor. manyağız oğlum hepimiz, safi manyağız. bundan iyi bir şeymiş gibi bahsedenleri de ayrıca sikeyim. kötü bir şey de değil elbette, ama asla övünülecek bir şey olamaz. (kendimi ilk kez yuazar sıfatına dahil etmişim, sonradan farkettim. ilginç.)

bu beter düzenden benim payıma düşen delilik ise, dünya denen bu tımarhanedeki varoluş nedenimi sorgulayarak, bir neden arayışıyla yollara düşüp, hiçbir bok bulamamak. yukarıda da dediğim gibi, bulmuş olsam bile bunu idrak edebilecek kadar sağlıklı bir ruh haline sahip değilim şuan. yani aslında sizin delilik dediğiniz,biraz da bu gibi şeyler. söyleyin, bundan gocunmam.
ağlamaktan, güçsüz görünmekten de gocunmam artık. çünkü eskisi kadar güçsüz değilim. yola çıkarken yazdığım yazıda da söylediğim gibi, hiçbir şey artık o geceki gibi olmayacak. gerçekten hiçbir şey artık o geceki gibi değil. bir insanın iki haftada iki yıllık olgunluğu zihin heybesinde toplaması, dimağ süzgeçinden geçirip, kalan işe yarar kısımları kendi fikirlerine empoze etmesi ne derece mümkün sizce bilmiyorum ama ben her sabah aynaya baktığımda bunun keyfiyle uyanıyorum. ve duyduğum bu manevi keyif, maddi bir keyifsizliğe yol açıyor. içinde bulunduğum bu zifiri yalnızlığı biraz daha koyulaştırıyor ve aksi bir yaşamın pek de mümkün olmadığını hatırlatıyor bana her sabah. bunu değiştirmek için yapabileceğim pek bir şey yok, o yüzden hiçbir şey yapmıyorum. tek yapabildiğim gitmek. keyif aldığım tek duygu bu şu sıralar. duygu diyorum, çünkü gitmek, bir eylemden çok bir duygu selinin insan hayatına yansıması. sayın dinleyenler, bu dediğimi belki bir gün anlarsınız.. o zaman tekrar burada buluşalım.
velhasıl; yalnızlığımı da sırtlayıp gidiyorum.
belki bir kaç hafta sonra bu yazıya kaldığım yerden devam ederim. halinize üzüldüğümü bilmenizi isterim, sevgilerle..


gönderen: hiçbir yerde ol(a)mayan bir hiç kimse
alıcı: pek de önemli değil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder