21 Temmuz 2017 Cuma

Küllük Yayınları

arkadaşlar merhaba. biliyorum epeydir buralara uğramıyorum. ve siz de benim buralara uğramadığımın farkında değilsiniz, bu yüzden beni de özlemediniz. ama olsun, konumuzun bununla bir alakası yok zaten. size içinde bulunduğum bir kaç durumdan bahsedeceğim.
yaklaşık üç aydır hayatım daha önce yürümediğim yollarda, daha önce alışkın olmadığım bir seyirde ilerliyor. hikayenin başına dönmem gerekirse, her şey, çok yakında çıkacak olan romanımı kitap haline getirmek istememle başladı. sırtımda bir yük olmuştu çünkü bu kitap, yazalı, bitireli yaklaşık iki sene olmuştu. ve bu geçen iki senede her geçen gün biraz daha ağırlaşıyordu, biraz daha kamburlaşıyordu sırtımı.

kitaptan kısaca bahsetmem gerekirse;
yaşamaya devam edebilmek için zihnimi bulandıran kiri, pası temizlemem gerekiyordu bazen. gırtlağımdaki nefes almamı engelleyen kitleyi öksürmek için oturup yazmak zorunda kaldığım geceler oluyordu. bahsetmiştim daha önceleri burada. işte öyle geceler oturup birbirinden bağımsız olarak yazdığım olayları, sahneleri bir gün arka arkaya okuduğumda, ortaya bir şey çıktığını gördüm. sonra oturup o şeyleri düzenledim. silik bir olay örgüsü, bir kaç karakter etrafında toparladım ve ortaya bu kitap çıktı. -çıktı ama kimler okur, kimler okumaz bilmem, çok önemsediğim konular da değil açıkçası. biraz, ''ben artık sırtımdaki bu yükü indirmek istiyorum.'' serzenişi; biraz da ''hikayemi insanlarla paylaşmak istiyorum artık.'' heyecanı beni kitabın artık çıkması için harekete geçiren etkenler oldu. belki de anlaşılmak kaygısı vardır temelinde. belki değil hatta, kesinlikle temelinde bu vardır, ama bunu kendime henüz itiraf edemedim.-
her neyse.
bu arayışla beraber bir kaç yayıneviyle mail yoluyla iletişime geçtiğimde, büyük ve hatırı sayılır yayınevlerine ulaşmanın ne kadar zor olduğunu gördüm. her yerde olduğu gibi bu sektörde de, maalesef, dayın amcan olmadan ilerleme katetmek pek mümkün olmuyordu. görüştüğüm vasat yayınevleri bana ''ne yazıyorsun'' diye sormadan, ''kitlen var mı?'' tarzında sorular soruyorlardı. gönderdiğim maillere de dönüş yapan olmadı. belki yoğunluktan okumamışlardı, belki de okuyup beğenmemişlerdi bilemiyorum. ben sadece bekliyordum. çevremdeki bir kaç kişiye danıştığımda bana bu işlerin böyle yürümediğini, dosyayı özalit olarak, yani kağıt demeti şeklinde, dosyalatıp yayınevlerine ulaştırmamı tavsiye ettiler. belki o zaman dönerlermiş dediler.
ama artık benim birinden herhangi bir şey talep edecek hevesim kalmamıştı ki. zaten yıllardır insanlara minnet etmekten kaçıyor, yalnızca kendi başıma halledebileceğim işlerin peşinden koşuyordum. zira birinden yardım istemek nafileydi. seni kullanamayacak kimse, sana neden yardım etsindi ki? yıllar boyu bunu ezberlemiş ve artık bu tarz hamlelerden kendimi soyutlamıştım. vazgeçmiştim kitap işinden. hatta kitabı buradan sahne sahne paylaşmayı düşünüyordum. insanlar okuyacaklarsa buradan okusunlardı.
derken bir arkadaşım vasıtasıyla, çok büyük yayınevlerinin de matbaalığını yapan bir abiyle tanıştım. mustafa abi. -telefonumda adamın dibi şeklinde kayıtlı. çünkü öyle.- belki bize bir yardımı dokunur diye bir cumartesi öğleni görüşmeye gittik. orada öyle şeyler anlattı ki bize, yayınevlerinin aslında tekel bayiilerden farklı işlemediğini öğrendim. insanların emeğinin nasıl sömürüldüğünü, nasıl kullanıldıklarını bir bir anlattı yaşanmış örneklerle. senin geceler boyu kağıtlara damlattığın ıstırap damlalarının, onlar için yalnızca para demeti anlamına geldiğini öğrendim. bu piyasada, çevrendeki kitlenin, yazdıklarından daha değerli görüldüğünü anladım. ve zaten olmayan hevesim iyice kırıldı.
ben kafamın içindeki köşelere çarpıp daha da sivrilen, sivrildikçe daha da canımı acıtan düşüncelerle uzaklara doğru bakarken mustafa abi, olum siz niye kendi yayınevinizi kendiniz açmıyorsunuz ki, diye sordu aniden. o an bir aydınlanma yaşamadım, çok mantıklı bir şeymiş gibi de gelmedi ama bunca adaletsizliğin, art niyetin arasında; birinin düşmüşlere bir selpak mendil uzatması gerekmiyor muydu? mahçup insanları severim mesela ben. benim gibi mahçup insanları, minnet edemeyenleri, sözkonusu kendisi olunca hiç kimseden yardım talep edemeyenleri düşünüp, neden ben hem kendime hem de onlara yardım etmeyeyim ki lan, dedim, kendi kendime. ve mustafa abinin de, aslansınız olum siz, kaplansınız, sizi kesseler acımaz amına koyim, ben arkanızdayım demesi üzerine yaklaşık bir buçuk aylık da bir düşünme, daha doğrusu kıvranma sürecinin ardından, ansızın yayınevini açma kararı aldım. ansızın dediğim hakikaten ansızın, beşiktaşta poğaça yerken kenarda gördüğüm noter tabelasının bana hissettirdikleri sonucunda, aniden dalıp ilk imzayı attım. o kadar ansızındı ki, kimliğim yanımda değildi, attığım üç imzanın üçü de birbirinden bağımsız duruyordu.  ehliyetle işlem yaptırmak istedim, resmi bana benzetemediler. telefon numaramı yeni değiştirmiştim, numarayı sorduklarında telefona bakarak söylediğim için bayağı şüphelendiler. kafamda da şapka falan var, o gün muhtemelen semtin balicilerinden tek farkım cebimde üçyüz lira para oluşuydu.  o da kefen param.  neyse işte, oradaki kadınefendilerle biraz uğraştıktan sonra evrağı alıp koşar adım köyiçine çıktım ve bu hikaye, bu yazıyı yazmamdan yaklaşık bir buçuk ay önce böyle başladı.

kalan son hevesimi de bu iş için kullandığımın farkındayım. belki de bu hayata karşı; legal olarak, ahlaki kuralları gözeterek, kendimden ödün vermeyerek attığım son adım. karaya ulaşmak adına attığım son kulaç. bütün bunların farkındayım. bu öğlen yayınevinin son imzasını da attıktan sonra, ve bütün bunların farkında olarak, duygularımı taze taze sizinle paylaşmak istedim. artık hepimizin bir yayınevi var. bütün mahçup insanların, iyiye, doğruya, adalete, çiçeklere, kuşlara, ağaçlara, karıncalara, kurbağalara, komodo ejderlerine, oralete, leblebiye, haşlanmış patatese, çubuk krakere inanan herkesin bir yayınevi var. adımız küllük yayınları.
duyulsun. ortamlarda ''yayınevim var yea'' tarzında şekil yapabilirsiniz.o tarz durumlarda söz veriyorum anahtarı vereceğim.

elimizden geldiğince ve yapabildiğimiz ölçüde, inandığımız doğruları gözeterek, edebiyat piyasasının üzerine çökmüş olan bu karanlığa bir fener yakmaya geldik. belki aydınlatamayacağız ama, en azından karanlığa karşı bir eylem yapmış olacağız. başarılı olur, olmaz mühim değil. birileri bunu yapmalıydı.  tahmin ettiğiniz üzre ilk basılacak kitap kendi kitabım olacak. bunu düşündükçe biraz can sıkıcı görünüyor biliyorum ama, en başında söylediğim gibi, bu yükü sırtımdan indirmem gerekiyor artık. ve inanın bana, başka seçeneğim olsa kesinlikle onu kullanırdım. ama yoktu..

velhasıl; içilmeden kül olmuş sigaralara ev sahipliği yapmaya geldik!
yanıp kül olmuş her şey ve herkes için geldik!



bu süreçte bana destek olan olmayan herkese eyvallah.
hakedenin hakettiği yere ulaştığı bir yarın dileğiyle, geceniz mümkün olduğu ölçüde güzel olsun sevgili dinleyenler..

ben bu yazıyı yazarken onu dinledim;
size de bu yazıya tahammül edişinizin hatrına ''melina aslanidou''dan ''prigkipessa'' parçasını armağan ediyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder