30 Eylül 2017 Cumartesi

yeni bir dil üretmeli
bu ülkeye
bu kuşlara
bu çocuklara
bu yaralanmış ruhlara
kendilerini ifade edecekleri yeni bir dil
olmalı
bir yolu olmalı
kelimelere ihtiyaç duymadan anlaşmanın
bir yolu olmalı
gidilmek istenen yerlerde bulunmanın

hep böyle yerle bir olacak değiliz ya
gökyüzünde süzüleceğimiz zamanlar da olacak elbet
belki sağ, belki ölü
yerden yükseleceğiz biz de bir gün
belki
çok yüksekten düşüp
zemine sertçe çarpmış olmanın etkisiyle
belki
sevinciyle bir gülüşün
yerden bir miktar yükseleceğiz

hep yanlış adreslerde bulunmanın stresi içerisindeyim
tanrım bana bir el at
ben senin kulun değil miyim
bu karanlık geceleri okuyacak fer kalmadı gözlerimde
başka bir kitaba geçemez miyiz artık
başka bir şiiri yok mu bu gezegenin
ezilmekten, hor görülmekten, örselenmekten başka

yaralıyım tanrım
yaralıyım
kanatlarının ne işe yaradığını bilmeyen kuşlar gibi
bu sırtımdakiler bana ağırlık yapmaktan  başka ne işe yarıyor
diyecek gibiyim birilerine
arızalıyım, en çalışması gereken yerlerimden
benim kullanım klavuzum nerede

aynalarda kendime rastlayamıyorum
sokaklarda
kendimden
uzaklaşıyorum
günden güne
kendimden kaçmak üzere oluyor bütün gitmelerim
bütün yolculuklarım kendimden uzağa

sırt çantama sığdırıyorum ya her şeyi
bir insanın bütün geçmişini bir sırt çantasına sığdırabilmesi
nerden baksanız hüzünlü bir şeydir


hani
bu dünyada yaşamak
can sıkıcı bir şeydir
diyor ya
edip abim

çok canım sıkılıyor
keşke bir kuş gelip beni vursa

gereksiz yere büyüdüm
keşke içimdeki çocuk gelip beni bulsa

kışlara
kuşlara
sahipsiz bakışlara
gecenin bu saatlerinde uyuyamamışlara
selam olsun diyeceğim bir gün
parmak uçlarıma basa basa terkederken bu şehri
bu gezegeni
bu alemi
terkederken
selam olsun diyeceğim
ben yazdım bu şiirleri
bu şiirleri ben yazdım
bu geceleri, bu karanlığı, bu korkuları, bu kaçışları yazana doğru giderken
el sallayacağım

yazdım, yazmasaydım yaşayacaktım
yaşasaydım yazmayacaktım
yazdım
başka seçeneğim yoktu
başka seçeneği olmayanlara selam olsun





6 Eylül 2017 Çarşamba

ekranın sağ alt köşesine baktım, bugün dokuzuncu ayın altısı imiş. saatler 12:13'ü gösteriyor. içimde biriken bir şeyleri bir yerlere bırakmak istiyorum. yüküm gökyüzüne yakın. göğüm karabulutlarla dolu. bir yerlere yağsam rahatlarım, biliyorum. ama gördüğüm manzaralar öyle çirkin ki, damlalarım ziyan olur diye bırakmıyorum onları. şimdiye kadar yeterince ziyan oldum. yeterince. yükümü bırakmak için uygun bir yer arıyorum, bakıyorum yok. keşke olsaydı. keşke olsaydı. keşke..
o kadar çok keşke diyorum ki kendimle konuşurken, bazen nüfus cüzdanındaki adımı kontrol ediyorum.
'keşke' olsaydı ya benim adım. daha kolay olurdu bir şeyleri anlatmak. daha anlaşılır olurdu üzerimde duran bu nefret, öfke, boşvermişlik elbisesi. üzerime yakışmıyor biliyorum. bu beden bu yüreğe, bu yürek bu bedene, bu varoluş bu gezegene yakışmıyor. her şeye eğretiyim. her şeyin acemisiyim. her şeyin yabancısıyım. biliyorum.
aslında anlatmak istediğim konu bu değildi. ama biliyorsunuz işte, hangimiz anlatmak istediklerimizi anlatabiliyoruz ki zaten.

az önce kahvaltı sofrasında otururken, geçen gün karaladığım bir paragrafa denk geldim;

''bazı yaraların acısı dinmez. onlarla yaşamaya alışırsın sadece. sürekli bir uyanıklık hali gibi, belleğinde taşırsın yüreğinin ağırlığını. bazen bu yükü bir yere bırakıp dinlenesin gelir. bırakacak güvenli bir yer bulamazsın. çünkü nefret ettiğin bu yük, aynı zamanda seni yerle bir edecek tek zaafındır, bilirsin. bilinsin istemezsin. onu delice terk etmek istesen de, aynı zamanda da onu saklamaya mecbursundur. bunu bilirsin ve her hatırladığında nefret edersin bildiklerinden..''
 
demişim. bir sigara daha yakıyorum.
bazen, geçmişte yazdıklarımı okurken, kim üzüyor lan bu kadar seni, diyorum kendime dönüp. kim, neden yaptı lan bu kadar şeyi bana?
neden amına koyayım ya. neden hiç yanıltmıyor bu insanlar beni. tamam ben de çok faydalı biri değilim ama en azından kimseye kasten kötülük etmiyorum lan. sırf daha mutlu, daha zengin, daha rahat olayım diye basmıyorum kimsenin üzerine. orospu çocukluğunun lüzmu yok oğlum. 

tam da burada konudan sıkıldım. sayfayı değiştireyim.

yaklaşık iki hafta önce ilk kitabım çıktı. normal şartlarda heyecanlanmam, sevinmem, bununla gurur duymam gerekirdi muhtemelen. ama ben, nedense, korkudan ve yalnızlıktan başka hiçbir şey hissetmiyorum. ömrümde hiçbir şeyden korkmadığım kadar korkuyorum içinde bulunduğum durumdan. ulan o kadar yalnızım ki, o kadar olur yani. içimi bir görseniz, lan senin yarın nerede dersiniz. o kadar azım. o kadar yalnızım. kendim kadar bile değilim şu sıralar.

hayatımda ilk kez, kendim için bir şey yapıyorum. hayatımda ilk kez, kendimden başka birilerine ihtiyaç duyuyorum. hayatımda ilk kez birilerinin bana el uzatmasını bekliyorum. hatta abartıp bu beklentimi saklamıyorum hayatımda ilk kez. ve ne görüyorum, bütün kapılar ardına kadar kapalı. bütün kulaklar sağır.

şimdi söyleyin, ben bunları, bu günleri nasıl unutayım?
bir gün işler iyi olacak diyorlar.
düze çıkacaksın diyorlar.
belki kitabım çok satacak, belki hiç satmayacak. batıracağız yayınevini de. ziyanı yok, batsın. yansın. denemedim demeyeceğim en azından.
bunların hiçbir önemi yok.

her şey gelip geçiyor. her şey gelip geçti. her şey gelip geçecek de;
yarın işler yoluna girdiğinde, bu zor zamanları tek başına atlattığımı unutup, nasıl yeniden güveneceğim insanlara?
nasıl seveceğim onları?
nasıl mutlu olacağım lan ben?

kendim olarak, yıkılmamak adına, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğum şu günlerde,
yanımda olmayan kimsenin yarınlarımda yeri yok.
şu zor günlerimde benden bir ''nasılsın''ı esirgeyenler, yarın benden iyi niyet beklemesin.

buna ailem de dahil, tanrım da.