ekranın sağ alt köşesine baktım, bugün dokuzuncu ayın altısı imiş. saatler 12:13'ü gösteriyor. içimde biriken bir şeyleri bir yerlere bırakmak istiyorum. yüküm gökyüzüne yakın. göğüm karabulutlarla dolu. bir yerlere yağsam rahatlarım, biliyorum. ama gördüğüm manzaralar öyle çirkin ki, damlalarım ziyan olur diye bırakmıyorum onları. şimdiye kadar yeterince ziyan oldum. yeterince. yükümü bırakmak için uygun bir yer arıyorum, bakıyorum yok. keşke olsaydı. keşke olsaydı. keşke..
o kadar çok keşke diyorum ki kendimle konuşurken, bazen nüfus cüzdanındaki adımı kontrol ediyorum.
'keşke' olsaydı ya benim adım. daha kolay olurdu bir şeyleri anlatmak. daha anlaşılır olurdu üzerimde duran bu nefret, öfke, boşvermişlik elbisesi. üzerime yakışmıyor biliyorum. bu beden bu yüreğe, bu yürek bu bedene, bu varoluş bu gezegene yakışmıyor. her şeye eğretiyim. her şeyin acemisiyim. her şeyin yabancısıyım. biliyorum.
aslında anlatmak istediğim konu bu değildi. ama biliyorsunuz işte, hangimiz anlatmak istediklerimizi anlatabiliyoruz ki zaten.
az önce kahvaltı sofrasında otururken, geçen gün karaladığım bir paragrafa denk geldim;
''bazı yaraların acısı dinmez. onlarla yaşamaya alışırsın sadece. sürekli bir uyanıklık hali gibi, belleğinde taşırsın yüreğinin ağırlığını. bazen bu yükü bir yere bırakıp dinlenesin gelir. bırakacak güvenli bir yer bulamazsın. çünkü nefret ettiğin bu yük, aynı zamanda seni yerle bir edecek tek zaafındır, bilirsin. bilinsin istemezsin. onu delice terk etmek istesen de, aynı zamanda da onu saklamaya mecbursundur. bunu bilirsin ve her hatırladığında nefret edersin bildiklerinden..''
demişim. bir sigara daha yakıyorum.
bazen, geçmişte yazdıklarımı okurken, kim üzüyor lan bu kadar seni, diyorum kendime dönüp. kim, neden yaptı lan bu kadar şeyi bana?
neden amına koyayım ya. neden hiç yanıltmıyor bu insanlar beni. tamam ben de çok faydalı biri değilim ama en azından kimseye kasten kötülük etmiyorum lan. sırf daha mutlu, daha zengin, daha rahat olayım diye basmıyorum kimsenin üzerine. orospu çocukluğunun lüzmu yok oğlum.
tam da burada konudan sıkıldım. sayfayı değiştireyim.
yaklaşık iki hafta önce ilk kitabım çıktı. normal şartlarda heyecanlanmam, sevinmem, bununla gurur duymam gerekirdi muhtemelen. ama ben, nedense, korkudan ve yalnızlıktan başka hiçbir şey hissetmiyorum. ömrümde hiçbir şeyden korkmadığım kadar korkuyorum içinde bulunduğum durumdan. ulan o kadar yalnızım ki, o kadar olur yani. içimi bir görseniz, lan senin yarın nerede dersiniz. o kadar azım. o kadar yalnızım. kendim kadar bile değilim şu sıralar.
hayatımda ilk kez, kendim için bir şey yapıyorum. hayatımda ilk kez, kendimden başka birilerine ihtiyaç duyuyorum. hayatımda ilk kez birilerinin bana el uzatmasını bekliyorum. hatta abartıp bu beklentimi saklamıyorum hayatımda ilk kez. ve ne görüyorum, bütün kapılar ardına kadar kapalı. bütün kulaklar sağır.
şimdi söyleyin, ben bunları, bu günleri nasıl unutayım?
bir gün işler iyi olacak diyorlar.
düze çıkacaksın diyorlar.
belki kitabım çok satacak, belki hiç satmayacak. batıracağız yayınevini de. ziyanı yok, batsın. yansın. denemedim demeyeceğim en azından.
bunların hiçbir önemi yok.
her şey gelip geçiyor. her şey gelip geçti. her şey gelip geçecek de;
yarın işler yoluna girdiğinde, bu zor zamanları tek başına atlattığımı unutup, nasıl yeniden güveneceğim insanlara?
nasıl seveceğim onları?
nasıl mutlu olacağım lan ben?
kendim olarak, yıkılmamak adına, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğum şu günlerde,
yanımda olmayan kimsenin yarınlarımda yeri yok.
şu zor günlerimde benden bir ''nasılsın''ı esirgeyenler, yarın benden iyi niyet beklemesin.
buna ailem de dahil, tanrım da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder