29 Ocak 2019 Salı

nereye, ne kadar gidersem gideyim
hüzünlere kök salmış ruhumu bir milim bile oynatamıyorum yerinden
uzaklardan birileri sesleniyor, bir yerler çağırıyor beni
duyuyorum ama
benim beklediğim başka türlü bir şey bambaşka insanlardan, bambaşka yerlerden

hatırlar mısın, diyorum kendime, gidilecek yerler vardı, hevesli yolculuklar, neşeli kuş cıvıltıları, masmavi kıyılar, kızıl günbatımları
hatırlamıyorum, diyorum sonra 
oysa çok zaman geçmedi üzerinden
bir aşk gelip geçmişti vakitsiz, bir sevgi büyümüştü ansızın
şimdilerde adını bile hatırlayamadığım birinden

kuyunun dibi: her şeye, her zaman hazırlıksız yakalanmak
insanı felaketlere hazırlayan bir hali var bu dünyanın
dünyanın şakası yok, insanın üzerine geldi mi kalabalık geliyor 
ne zaman yarınlar için tahammül üretsem hala canlı bir yerlerimden canlı bir şeyler çıkartıp
umudumu kırıp döküyor, yaşamak denen bu huysuz çocuğun elleri 
ben ki mutsuzuyum
yanlış zamanlarda yanlış yerlerde bulunmanın

doğru zamanı da doğru yeri de aramıyorum artık 
imkanına talibim,
bir yerlerde 
manzarasını seveceğim bir yer bulmanın


tek başına yürünecek tüm yolları yürüdüm
diyorsam, yalan değil, yürüdüm 
düşmekten yılmadım, kalkmaktan gocunmadım
ancak
en kötü zamanlarımda yalnız yürüdüm işte şimdi bunu bana hangi kalabalık unutturacak?

kendimle çelişmenin yorgunuyum
yoksa 
kalabalık olmanın nesi kötü ki
bak sigaraları bile peş peşe söndürüyorum artık

bir ocak akşamında, dört kişilik bir masada kendim olamayacak kadar azalmış bir mevcutlukla
beşiktaş'tayım
insanlar bana bakınca ne görüyor bilmem
ben tam da şimdi
şiir yazmaktan başka hiçbir şey yapılmayacak bir durumdayım


yine yalnızım ya, yalnızlık marifetse
insan yalnızken başka ne yapar, sorular sorar kendine elbet
şiir de, yazanının bu dünyaya bıraktığı bir sorgulama eylemidir
bir yanıyla 
kendini aramasıdır, kendine yaklaşmasıdır

dahası,
şiir, insanın kendini bulmasıdır
daha önce bir kez bile bulunmadığı yerlerde...



"fonda çalınsın:
shekare ahoo va jane maryam-farid farjad"

9 Ocak 2019 Çarşamba

üniversiteden mezun olduktan sonra çevremdeki herkesle ilişiğimi kesip yaşayacak başka bir yer, mensubu olacak başka bir yaşam bulma umuduyla yollara düşmüştüm. beni herhangi bir yere bağlayan herhangi bir şey yoktu. bulunduğum yere ait hissedemiyor; hergün gördüğüm, temas ettiğim insanları sevemiyor, onlarla sorunsuz, sağlıklı bir iletişim kuramıyordum. insanların güldüğü şeylere gülemiyor, hüzünlendiği şeylere hüzünlenemiyordum. konulduğu her yerde eğreti duran bir eşya gibi uyumsuz, biçimsiz hissediyor; kendimi ne kadar zorlasam da herhangi bir topluluğun mensubu olamıyordum. bu durumda yapılması gereken en iyi şeyi yaptım sonra, yola çıktım. kendimden ve zihnimdekilerden uzaklaşabilmek umuduyla günlerce, haftalarca, aylarca yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... yürüdüğüm sokakları tanımıyor, uyuduğum adresleri ezbere bilmiyordum. bir yere varmak gibi bir derdi yoksa, nerede olursa olsun kaybolmuş gibi hissetmiyor insan. üç ay bu hissiyatlarla şehir şehir gezdim sırt çantamla. çok şey öğrendim, çok insan tanıdım. iyi insanların varlığına inandım. tekbaşınalığın getirdiği iyi ve kötü her duyguyu iliklerime kadar yaşadım. yaşamımı, öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayıran bir süreç oldu bu dönem benim için. otostop yolculuklarında, insanlardan kendim için bir şey talep edebilmeyi öğrendim. yemek seçmemeyi; aslında herkesin eşit ve ortak haklara sahip olması gereken bu dünyada karşılaştığım iyiliklerin karşısında minnet duymamayı, kısmen de olsa öğrendim. bir iki yer de buldum hatta varoluşuma uygun. sonra şanssızlığım hasıl oldu. ülkede darbe oldu. başka problemler de oldu tabii. bilirsiniz, problemler her zaman olur. özellikle de yeni bir başlangıca meyil ettiyse insan...

sonra yeniden yaşama başladığım sokaklara döndüm bir şekilde. kendimi evde olma duygusunun huzuruna bıraktım. derken zaman geçti; işsizliği, parasızlığı ve gerçek yalnızlığı tanıdım. gerçek yalnızlık diyorum, yani hayatınla ilgili aldığın ve alacağın tüm kararların bedelini yalnız başına ödemekten, yardım çağrısında bulunacağın, bulunsan da bu çabanın nafile olacağını ezbere bildiğin bir süreçten, böyle bir yaşamın mensubu olmaktan bahsediyorum. insanlar yalnızlığı sevgilisizlik falan sanıyorlar. ne saçma. şu dakika ölse, kimseyi yalnız bırakmayacak; yokluğu, olmayışı dünyada dönen hiçbir çarkı sekteye uğratmayacak insanlar tanıdım. ailesiz, dostsuz, çaresiz insanlar... derdimden kederimden utandım birkaç kez. -ki dert ettiğim şeyler hiç de öyle yabana atılacak şeyler değildir-
çocukluğumdan bu yana türlü türlü şeyler yaşadım. herkes gibi, herkes kadar. ama gerek yaşama başladığım yerden ötürü gerekse bizzat kendi enayiliğimden burnumu boktan çıkartamadım bir türlü.
şimdi düşünüyorum da, tıraşsız tarafları ağırlıkta olsa da, yine de fena bir yaşam değilmiş aslında bu eskittiğim. insanın başına bir silah namlusunun dayanmış olmasının tedirginliği de biliyorum, sevdiği insanın göğsüne başını yaslamış olmanın huzurunu da. karakolların, hastanelerin kokusunu da içime çektim, masmavi kıyılarda baharın gelişini de. her neyse. kafamın neden bu kadar karışık olduğunu anlamışsınızdır işte. benim hayatım herkesinkinden biraz farklı cereyan etti. denk geldiğim şeyleri anlatsam bir çoğunuz "kesin yaşanmıştır bu" dersiniz hatta.
ama gelin görün ki, hayatımda ilk kez kendimi bu kadar işsiz, amaçsız ve çaresiz hissediyorum. hayatımda ilk kez kredi borçlarım var. -ki faturalarımın olması bu dünyada beni en çok korkutan şeylerden biridir- ben şimdiye kadar, "yaşamımı bir yerden bir yere taşımak istediğimde beni herhangi bir yere bağlayan herhangi bir şey olmasın" düşüncesine yaptım tüm yatırımımı. ama işte bu haldeyim. korktuğum, kaçtığım yerlere kök saldım artık. olmaktan korktuğum, her fırsatta eleştirdiğim insanlara dönüşmekten başka çıkar yolum kalmadı. öğrendim ki insanların arasında bir yerin olmasını istiyorsan, onlara benzemek zorundasın. aksi bir kabulleniş mümkün değil. kimse kimseyi farklılığıyla sevmiyor. bizi daha iyi biri gösterecek hikayeler uydurmayı seviyoruz sadece.
velhasıl; epey gezdim, epey gördüm, epey yaşadım. defalarca ölümle burun buruna da kaldım, hayatı doruklarında yaşadığım anlar da oldu. sevdim, sevildim. alelade bir şeyler yazdım, binlerce insan okudu, takdir etti. ölüme yaklaştığım gecelerden birinde, yaşama tutunmamı sağlayacak bir şeyler haykırdım, odadaki kanepelerden başka duyan olmadı. kokusundan nefret ediyorken, 24 yaşından sonra sigaraya başladım. günde bir asgari ücret kadar kazandığım zamanlar da oldu, günlerce yemek parası dahi bulamadığım zamanlar da.
ve öğrendim ki her şey insan için. tanıdım ki üç aşağı beş yukarı hepimiz aynı kişiyiz. yaşantımız ne olursa olsun, korkularımız, kaygılarımız hemen hemen aynı. bizi farklı kılan karakterlerimiz değil, yalnızca koşullar.
ve artıkt üm bu yolların, yaşantıların, tecrübelerin sonunda, özgürlüğüne aşık biri olarak şu kanıya vardım:

konacak bir dalı olmayan kuşların hapsidir gökyüzü.

yalnız insanların yüküdür şan, şöhret, para, statü...
niteliği ne olursa olsun, paylaşamadığı her şey yüktür insana.

insana kendini bir yere ait hissettiren rutinler, yolunu kaybetmiş, amacı olmayan bir özgürlükten çok daha iyidir.

ve yine öğrendim ki;
içsel arayışları olan, ussal bir gelişimin, dönüşümün imkanını zorlayan; kendini, varoluşunu anlamaya, anlamlandırmaya ve dünyayı tanımaya adayan birinin bu hayatta "mutlu" olma şansı yokmuş. en azından yaşama benim başladığım yerden başladıysa...

perdeler goethe ile kapansın bu gece:
"bu dünya hassas kalpler için bir cehennemdir."