serin bir sonbahar vakti, yaprak çıtırtıları eşliğinde yürüyoruz. nazlı kırmızı hırkasını parmak uçlarına kadar çekmiş, ben bu anı bir şarkıda duymuştum diyor. ellerini çırparak gülümsüyor ağaçlara, kuşlara, gökyüzüne..
ben bugün bulutların beni kıskandığına eminim. çünkü nazlı yanımda yürüyor..
devamını okumaya dayanamadı. derin bir iç çektikten sonra defteri bir kenara fırlattı. ne zaman geçmişte mutlu olduğu bir anı hatırlasa böyle yapardı mahir. etrafında ne varsa saçar sağa sola dağıtır. en çok da kendini. tabi bunu kimse görmez. ne kadar da mutluymuşuz o zamanlar, tebessümünü aradı bir süre belleğinde. bulunca takındı hemen. aynanın karşısına geçip, pişman olduğu anları düşündü. daha fazla dayanamadı tebessüm, lavabonun yarı tıkanmış deliklerinden aşağı süzülüp kanalizasyonun yolunu tuttu. yine yalnızca pişmanlığı kalmıştı yanında. mahir, yalnızlığı ve yalnızlığının yan komşusu pişmanlığı.. bir eliyle gömleğinin düğmelerini yukarıdan düğmeleyip diğer eliyle de fermuarını kapattı. ayakkabılarını aradı bir süre, bulunca hemen tekini giydi. ayakkabı giymediği ayağıyla seke seke kapıya doğru ilerledi. merdivenlerden inerken nereye gideceği konusunda bir fikri yoktu, her zaman takıldığı bara gidip bir kaç kadeh bir şeyler içse iyi olacaktı. bu fikre vardığında barın kapısında buldu kendini. buranın diğerlerinden farklı bir havası vardı. sahibiyle merhabalaşmıştı bir kaç kez. çalışanları da severdi mahiri, sessiz sakin kendi halinde takılan herkese davrandıkları gibi davranırlardı ona da. tabureye oturup eliyle işaret etti, önce tuzlu fıstığı, sonra da birayı doldurup koydu mahirin önüne. neden önce birayı değilde tuzlu fıstığı koyduğu konusunu düşündü biraz. bu konudan canı sıkılınca, çalan müziğe kulak verdi. keman, gitar ikilisi sahnedeydi yine. her cuma akşamı olduğu gibi bu akşam da masalar olduğundan daha kalabalıktı. bazı cumartesiler bile bu kadar kalabalık olmuyordu burası. sevgilisiyle sarmaş dolaş oturanlar, kız kıza eğlenmeye gelenler, bir de diğerleri.. diğerleri grubuna kimlerin dahil olduğunu düşünmeye gerek duymadı. çünkü diğerlerini herkes bilirdi. kendisi de bu gruba dahildi. bu grubunda çeşitli kolları vardı. sessiz sakin tek başınalar, sessiz sakin tek başınalardan biraz daha fazla sesleri çıkan ikililer, ikililerden daha fazla kahkaha atan üçlüler ve bu ilk üç sıraya dahil olmayan daha kalabalık gruplar.
sessiz sakin tek başınalar grubuna dahil olmayanlar, yine geceyi birlikte geçirecekleri bir karşı cins bulabilmek umuduyla saçlarını taramış, parfümlerini sıkmış, kendileriyle hiç alakası olmayan bir hale bürünüp çıkmışlardı sokağa. kendilerini kimsenin izlemediğinden emin oldukları zamanlarda yürüyüşleri, gülüşleri, konuşmaları değişiyordu. asıl oldukları kişiyi yalnızca o zaman görebiliyordunuz. bilirsiniz işte..
bardaki garsonlar, barmenler, hatta mekanın sahibi olan behçet ağabey, ilk görüşte kimin hangi gruba dahil olduğunu ayırt eder ve ona göre muamele ederler. mesela, nazlıyla ilk kez geldiklerinde mahirden hesap almamıştı kimse, ne kadar zorlasa da verememişti parayı. belki çok bir şey içmediklerinden, belki mahirin ilk kez biriyle yan yana gördüklerinden yapmışlardı bu jesti. bir güzellik yapalım da ayağı alışsın samimiyetsizliği yoktu. mahirin yerinde kim olsa, bu kadar sık gittiği bir mekanın bütün çalışanlarıyla çoktan samimi olmuştu. mahir ise yalnızca gülümser, teşekkür eder, bazen de eliyle işaret ederdi. mahirin adını biliyorlardı yalnızca, cüzdanını masada unuttuğu bir gece öğrenmişlerdi. nereden baksalar ilginç geliyordu mahirin tavırları. diğer grup mensuplarına benzememekle beraber, diğer tekbaşınalar gibi de değildi. başka bir sessizlik vardı bakışlarında. dikkat çekmeye çalışmayan, ilgi görme ihtiyacı duymayan bir kimsesizliği vardı.
onun bu kimsesizliğini, tenhalığıı görebilmek öyle kolay bir şey değildi. dikkatli bakmak gerekiyordu gözlerine ve mahir öyle dikkat çekecek bir görselliğe sahip değildi. nazlıya yazdığı ilk mektupta, ''ben güzelliği uzaktan anlaşılacak bir adam değilim. beni anlamak için kabuğumu kırman gerekir. çünkü uzaktan görünen ben saçmalıktan başka bir şey değil.'' yazmıştı, kendisi de farkındaydı olayın. ama genel olarak bu durumdan şikayetçi değildi. şikayetçi olduğu zamanlar da bukowski geliyordu aklına. çirkin olduğum için şanslıyım derdi, çünkü biliyordu, bir bok değildi güzellik..
Çok güzel olmuș.Muhteşem bir yazar ve şairsiniz.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilYüreğine sağlık canım arkadaşım.
YanıtlaSil