kahvemin içine kül düştü. sigaramdan bir fırt daha alıp seyrettim. bardağı eğimli tutarak külün bardağa yapışmasını sağlayarak içmeye devam ettim. kahve zaten zift gibiydi, biraz külden bir şey olmaz, dedim kendi kendime. keyif almıyordum ne içime çektiğim sigaradan ne de içtiğim kahveden. bir şeylerden keyif almayalı öyle uzun zaman oldu ki. eskiden nasılsın sorularına, iyiyim, derken yalan söylerdim. şimdi sokaklarda yürürken, gazete okurken, yemek yerken hatta uyurken bile yalan söylüyorum. çünkü bütün bunlar yaşadığım anlamına gelir. ben yaşıyorum derken söylüyorum en büyük yalanı. keşke aksi mümkün olsa. yaşasam hakikaten veya ölsem. ölmek biraz da dürüstlük değil midir? ölmüş kimseler yalan söylemezler, çıkar gözetemezler artık hiçbir şeyden. bu açıdan bakıldığında o kadar da kötü bir şey olmasa gerek.
bu konulardan sıkıldım, başka bir şeyler anlatayım. ama ne anlatacağım ki başka? ne yaşıyorum ki size ne anlatayım. yaşamımın 'umutsuz bir bekleyiş'ten başka tanımı yok. yani olsa bile, en doğrusu bu. neden bilmiyorum ama yazarken kendime acıyorum. başka zamanlarda insanlara acıyorken, yazarken yalnızca kendime acıyorum. kendime acıdığım zamanlarda yazıyorum diyemem ama yazdığım zamanlarda kendime acıyorum. acınası şeyler yazıyorum çünkü. hiç yazılmaması, hiç okunmaması gereken şeyler yazıyorum. çünkü bilinmemesi gereken şeyleri ezberimde tutuyorum. tutmuyorum aslında. o şeyler dimağıma asılı kalmış. ellerim oralara kadar uzanmıyor. sırtın o iki ele de en uzak kalan yanı gibi, başka birinin müdahalesine ihtiyacım var o şeylerin kaşınması, temizlenmesi için. çünkü onları oraya ben koymadım. ben bilmek istemedim bildiklerimi. kim isterdi ki zaten?
öyle şeylere şahit oldu ki bu gözler, şimdi buraya tüm çıplaklığıyla birini anlatsam, gelir başımı okşardınız.
başımın okşanmasından hoşlanmam, bu yüzden hiçbirini anlatmayacağım. bedenimle beraber toprağa gömülecek çok şey var. bir suç duyurusunda bulunmak istiyorum bir yerlere, ama nereye, kimi kime şikayet edeceğim. insanlardan nefret ediyorum derken, lafügüzaf değil bu. kaburgalarımın içinden gelen bir yankıya eşlik ederek söylüyorum bunu. bilmiyorum be, vallahi bilmiyorum. hiçbir şey değişmiyor. hiçbir şey hiçbir zaman değişmeyecekmiş gibi duruyor. hal böyleyken yaşamak, külfet değil de nedir. sırtı kamburlaştırmaktan başka neye yarar bu yaşamak. ah, ben bu yaşamımı koyacak bir yer bulsam bir gün. bu yer bir tabut da olabilir, birinin avuçları da. ikinci seçeneği gülümseyerek yazdım. ben komik şeylere gülerim. biri var aslında biliyor musunuz. biri var. var da, kimbilir nerede, nelere gülümsüyor şimdi. varlığımdan bihaber. bu satırların ona yazıldığından bihaber. hoş, haberi olsun da istemem. haberi olsun isteseydim haberi olurdu çünkü.
benim zihniyetim bozdular. karşılığında bir avuç leblebi bile vermeden bozdular. asabımı, aklımın ayarlarını, kalbimi, zihnimi her şeyimi bozdular. şimdi hazır dolar da yükselmişken bozdursaydım belki bir kilo mandalina alırdım. ama yok pahasına harcadılar beni. hiçbir kazanç elde etmeden harcadılar. ulan bari bir halta yarasaydım. bari beni eksiltenler bir kar elde etseydi. içimi rahatlatırdı belki bu. tamam rahatlatmazdı, ama en azından neye tercih edildiğimi bilirdim. ne karşılığında tükendiğimi bilirdim. kötü bir niyetleri yoktur belki, onları da suçlamıyorum. belki onlar da sonunun böyle olacağını bilmiyorlardı. yani ben üzerime vazife olmayan acıları, heybemde toplarken, onlar benim böyle bir halt yiyeceğimi tahmin edemiyorlardı belki. gamsız mı ne diyorlar, biraz ondan olsaydım keşke. biraz da, şey. şey yerine koyacak bir kelime bulamadım. ama başka biri olsaydım. sorgulamak, düşünmek senin neyine ulan? kanalizasyon kuyusuna düşmüşsün, ağzını burnunu kapatıp ölmeyi bekle işte. boka batmış herkes gibi, çiçek bahçelerinde dolaşıyormuşçasına yaşasana, sorgulamak, düşünmek senin neyine. boktan başka ne göreceksin gözlerini açarsan. düşünürsen kanalizasyonda olduğunun farkına varmaktan başka ne bileceksin. yapmasana işte amına koyayım. mesela, burada amına koyayım derken bile birilerinin incineceğini düşünecek kadar şey olacak ne vardı? ne bileyim. cinsiyetçi söylemleri sevmiyorum. ben cinsiyetçi söylemleri sevmiyorum da, birileri gelip benim varlığıma tecavüz ederken, birileri ellerindeki iğneleri ruhuma batırırken, birileri törpülerken en sevdiğim yerlerimi, birileri kapılarımı tekmelerken, üzerime basıp geçerken en sevdiğim insanlar, ne yapacaktım be amına koyayım. bu durumda bir şeylere amına koyayım demekten başka ne denir. hem ben bu gezegenin kadın olduğunu düşünmüyorum zaten. öyle olsaydı bunca acıya dayanamaz, çoktan imha ederdi kendini. bu gezegen kesin öteki hayatında pezevengin tekiydi. cezasını bu şekilde çekiyor. ben öldükten sonra bir gezegen olsam çok sıkılırdım. bunu şimdi düşündüm. gerçekten düşündüm. benim gezegenim iyi olmaz tanrım, kendimi tanıyorum. marsta falan hayat bulundu, diğerlerinde de bulunur. benim içimde yaşam belirtisi yok. illa bir atama yapacakan bana, yanında bir tabure yok mu, kıvrılıp orada durayım. ara sıra ayakkabılarını boyar, bunca adaletsizliğe nasıl katlandığını seyrederim. gıkım çıkmaz yemin ediyorum.
neyse, buraları geçelim. kendimi şirk koşmuş hissedeceğim yoksa. ki benim sana nasıl sığındığımı bir tek sen biliyorsun tanrım. sana tanrım diyorum, allah da diyebilirim. bunların bir önemi yok. bir tanesin ve birden fazla adın var. sana seslenirken hangisini kullandığımızı sorun edeceğini düşünmüyorum. bunu insanlara da anlatalım. acilen bir peygambere ihtiyacımız var. bu gezegen, tarihi boyunca şuanda olduğu kadar ihtiyaç duymamıştır birlik ve beraberliğe. kendimizi tükettiğimiz yetmiyor, gezegeni de tüketiyoruz. haliyle sinirleniyor tabi adam. mesela bu kış çok çetin geçiyor. ellerim üşüyor. ellerim üşümese sorun değil. bir ara birisi neden hep ellerin cebinde yürüyorsun diye sormuştu bana. soğuk bir gündü, üşüyordum ve aşıktım. çünkü koyacak bir yer bulamıyorum, diyemedim, gülümsedim sadece. o bunu görmedi. söyleyemediklerimi duymadı. iyi ki de duymamış diyorum şimdi. ben insanlarla bir şey paylaşmak istemiyorum artık. hem paylaşmak ne içindi? elinde faydalı bir şey vara paylaşırsın. kimsenin işine yaramayacak bir şeyi, neden birine ikram edesin ki? kendi yükümü hafifletmek için kimsenin sırtına bir tuğla koyamam. vicdanımdan falan değil. o yük bedenimin bir parçası gibi oldu artık. siz hiç parmaklarını kesip biriyle paylaşanını gördünüz mü? ben görmedim. tabi ki bu benzetme de diğerleri gibi alakasız olacak. ne sandınız? benden alakalı cümleler kurmamı bekleyecek kadar kafayı yediğinizi düşünmüyorum. benim mantıklı bir açıklamam yok. siz bana bakmayın. ne diyecektim lan ben, diye düşünüyordum. ahmet kaya, hani benim sevincim nerde, diye haykırdı arka fonda. bu parçayı ben açmadım. bu playlisti ben oluşturmadım. birinin hafıza kartından kopyalamışımdır muhtemelen. daha rahat nefes alabilmek için internetin fişini çekmiş ve değişiklik olsun diye o playlisti açmıştım yaklaşık yarım saat önce. tamam da şimdi neden, tam da ne diyecektim, diye düşünürken, hani benim sevincim nerde, dedi ki ahmet abim. estağfurullah, benim güzel abim, seni de çok üzdüler biliyorum. sana asla kırılmıyorum, bu senin suçun değil. umarım sevincine kavuşmuşsundur.
benim oğuz abimi de çok üzdüler. bir sürü insanı çok üzdüler bunlar. nilgün marmara'yı bile üzdüler. orospu çocukları demeden nasıl tarif edeyim ben bunları şimdi. bunlar işte. ya da onlar. ya da biz. herhangi birinin karaktersiz bir orospu olmadığının garantisini kim verebilir. buna kendimiz de dahil. kimilerinin içi diğerlerine göre biraz daha rahat sadece. benim de içim rahat. dürüstçe söyleyebilirim bunu. yalnızım, mutsuzum, etrafım karanlık ama bütün bunların karşısında bir orospu çocuğu olma ihtimalini düşünürsek, vaziyetim hala iyi sayılır. mutlu bir orospu çocuğu olmayı kim ister? kim istemez ki. gülümsedim bak yine. ne çok orospu çocuğu dedim di mi. hesapta küfür etmeyecektim. orospuluk cinsiyet meselesi değil şahs.. neyse. bu bahsi burada kapatıyorum.
iyi olmanın hiçbir halta yaramadığı sokaklarda büyüdüm ben. hayatım, kendimi kötü biri olmadığıma ikna ederek geçti. ya da buna çabalayarak. iyi biri olmak için hiç çaba göstermedim, kötü biri olmamak için harcadım bütün yaşam enerjimi. biraz da kendimi öveyim. yani aslında övmek gibi de değil. başka türlü bi şey ama şimdi durup bunu anlatmayacağım size. kimseye kendimi ispatlayacak değilim. bu yazıyı siz yazmış olsaydınız güzel bir şeyler derdiniz bu konuyla ilgili, ben böyle demeyeceğim.
ve çocukluğum, ah benim güzel çocukluğum. sen hiç ölme emi. o kepçe kulakların, çirkin suratın ve utanınca kızaran yanaklarınla hep öyle kal. ben öleyim, ki bir gün öleceğim ama sen bu satırlarla hep yaşa, var ol. mahçubiyetini koru ve merhametini. herkes karıncaların evlerini dağıtırken, başka bir tarafa yönelen kalbini koru benim güzel kardeşim. sana kardeşim diyorum çünkü biz iki, üç, hatta belki beş kişiyiz. bir bedende bir sürü kişiyiz. her birimiz eline bir silah alsa belki kuşatırız bu şehri. ama şimdilik buna gerek duymuyoruz.
ölmem gereken zamanlardan geçip ölemedim, her seferinde başka biri olarak devam ettim yaşamaya. yaşamaya devam etmenin tek yolu buydu. dışarıda azaldıkça içeride çoğalmak. dışarıda tenhalaştıkça, içeride kalabalıklaşmak. bi tercih değil, zorunluluk. bu açıklama sizeydi sevgili okurlar. hiçbirinizin sevgili okur olmadığınızı biz biliyoruz ama yine de sevgili okurlar demek daha cazip geliyor. çünkü yukarıdaki satırlarda yeterince küfrü harcadım.
fütursuzca harcıyorum bir şeyleri. hala neden yazmaya devam ediyorum bilmiyorum mesela. bunca kelimeyi neden tükettim? neden keyifli bir film açıp seyretmiyorum? yarın hiçbir işim yok mesela,bir kaç bira içip kalabalık caddelerde dolaşmak yerine neden oturup bunları anlatıyorum ki? bu son dediğim biraz aklımı çeldi gibi, bunu bi düşüneyim. konu nereye varacak acaba, sizin kadar ben de merak ediyorum. yani elbet merak eden birileri vardır. yani olmalı. yani olsun. bazen sizi nasıl düşünüyorum biliyor musunuz. hani bir kaza olur işlek bir caddede. biri düşmüştür, yaralıdır, kanıyordur. birileri bu kazaya şahit olup toplanırlar başında. müdahale etmezler ama başından da ayrılmazlar o yaralının. akibetini merak ederler. içlerinden iyi niyetli olanları değil de, kontörü olanları ambulansı arar hani. ambulans gelene kadar terk etmez bazıları. bir şey yapmaz ama terk etmez olay mahalini. eve döndüğünde birilerine anlatacak bir hikaye yaratır kendine. yerdeki yaralı ister ölsün, ister kurtulsun. yakinen tanımıyorlarsa bunu pek umursamazlar. yakinen tanısalar da bir kaç hafta sonra umursamazlar. sonuç aynıdır yani. biraz zaman gereklidir sadece. amma uzattım dimi. işte siz o kalabalıksınız sevgili okurlar. sonunda ne olacağı umrunuzda değil, kanayan bir yaraya bakmak hoşunuza gidiyor. kendinizi rahatlatıyorsunuz çünkü, kendi uzuvlarınızı kontrol ediyorsunuz. bakıyorsunuz hepsi yerli yerinde, gömleğiniz kuru, kaburgalarınız sağlam. oh be iyi, diyorsunuz içinizden. sizden daha kötü durumda olanları, halinize şükretmek için kullanıyorsunuz. bu yüzden acıyorsunuz onlara. o kalabalığın içinde bu yüzden varsınız. ya yarın bir gün sizin de başınıza gelirse buna benzer bir kaza, allaha ve insanlara sitem etme hakkı doğuruyorsunuz kendinizce küçük hesaplar yaparak. ve bütün bunları herkesten saklıyorsunuz. biri duysa bunun orospu çocukluğu olduğunu söyler. çünkü kendisinin de aynı hesapları yaptığını bilir. kusurlu bir yanının açığa çıkmamasını isteyen herkes gibi, şiddetle reddederler onu. siz kimseye söylemeyin. herkes herkesi biliyor zaten. herkes herkesi biliyor da, herkesin herkesle birarada yaşamaya ihtiyacı var. benim yok mu. benim de var elbette. ama ben ihtiyaçlarımı sizin kadar umursamıyorum. biraz da bu yüzden buradasınız zaten.
her on bin kişiden birinin düştüğü bu hastalığa ben de yakalandım işte. nasıl diyorlar, yazar? şair? yakalanına bu adların takıldığı bir hastalık bu. hasta demeye dilleri varmıyor doktorların, çünkü onlara da tercümanlar. niye şaşırıyorsunuz, doktorların çıkarları yok mu sanki? onlar da insan değiller mi? ha bu konuyu kendime bağlamam gerekirse, ben ne yazarım ne de şair. henüz kimseyle paylaşmamış olmasamda, bitmiş bir romanım var, yazar değilim. şiirlerim var şair değilim. ben kendimi hiçbir şey olarak görememek hastalığın yakalandım ekstra olarak. bana göre yazarlık ve şairlik bir hastalık adı olsa da, topluma göre bu saygı duyulacak bir şey. bu yüzden bu sıfatları reddediyorum. elli tane kitabım da yayımlansa, reddedeceğim. yaptığım faaliyetler için; yazan, doğru ve yerinde bir kelimedir. hem daha önce de söyledim, suyu satana sucu derler, içene değil. böylelikle bu bağlamda beni eleştirme hakkını da sizden alıyorum, üzgünüm.
siz hiç yanlış nefes alıyor diye birini ayıpladınız mı? ya da doğru nefes alıyor diye takdir ettiniz mi kimseyi? işte olay bu kadar basit.
biraz kendimden bahsetmiş gibi oluyorum ama, bu gün kendimden bahsetmeye ihtiyacım var. biraz var. çok değil korkmayın.
hadi biraz da aşktan, sevgiden bahsedelim. biz, bizde olmayanları konuşmayı severiz çünkü. zenginin malı züğürdün çenesini her zaman yormuştur. yani, bu konuda zengin olan kimseyle henüz karşılaşmadım ama, olsun. diziler falan var bunun için var.
zenginliklerini kasalarda biriktiriyor insanlar. ziynet eşyalarını, hayatı boyunca harcayamayacakları paraları kendilerinden bile saklamak istiyorlar. biraz daha akıllı olanları ev, araba falan alıyor. ayaklarını bu şekilde yerden kesiyorlar. masmavi bir kıyıda, sırtını bir ağaca yaslayıp, günbatımınlarını seyretmek kimin umrunda. ama işte nedense onlara mutlu diyorlar. evi olan, arabası olan, kendini daha hızlı çürütmek için bir mesleği olanlara, kötülüğünü meşrulaştırmak için devlete sığınanlara mutlu diyorlar. yani mutlu sanıyorlar. öyle sayıyorlar. annem de öyle sanıyor mesela. iyi bir işim olsa da ölmeyecek miyim anne diye soruyorum, ki istesem iyi bir iş bulurum. benim bir şeyi aramaya niyetim yok pek. annem buna hep kızar. ben anneme hiç katılmam. onun dediklerinin aksine çok şey yaptım, bilse üzülür. bunlar aramızda kalsın. neticede önemli olan bir şeyi yapmak değil, onun ortaya çıkıp çıkmaması. kimse okumuyorsa yazmış, kimse görmüyorsa yapmış sayılmıyorsun. buraya şu soru gelecek, sahiden allahın varlığına inanıyor muyuz? yoksa bütün bu kötülüklerden sığınmak için kendimizi güvende hissedeceğimiz bir olgu mu arıyoruz. ölünce bitmesin istiyoruz bu kepaze yaşamı, yansak da devam edelim istiyoruz. bu yüzden mi cennet ve cehennem? ben cennete gidecek kimse göremiyorum sokaklarda, yani iyi insanlar var tabi ki ama onlarında cennete gitmek için gerekli koşulları yerine getirdiğini düşünmüyorum. iyi insanlar işte. merhametliler, adaletliler, kimseye kötülük etmiyorlar ama namaz kılmazlarsa cehennemlikler işte. maalesef. ya siz cidden bütün bunlara inanıyor musunuz? tanrı size göre korkulacak bir şey mi? sırf sonunda bir mükafat alacaksınız, hurilerle gününüzü gün edeceksiniz diye mi sakınıyorsunuz kendinizi bu dünyanın mükafatlarından? lan ne saçma şey bu. iyiyseniz iyisinizdir işte. neden bir iyiliği zaten öyle olması gerektiği için değil de, tanrıdan bir aferin kazanmak için yapıyorsunuz? bu şimdi çıkar değil de nedir? cevap verecek olanınız var mı?
özür dilerim rabbim ama bunları sormak zorundayım. sana da sormam gereken çok şeyler var aslında ama bunun için buraların biraz daha tenhalaşması gerek. bir kaç bira içeyim. günahkarlığım artsın. belki sonra. yüzüm olursa, gelirim huzuruna. yazılarımda sık sık senden bahsediyor olmam ve sana sen diye hitap ediyor olmam seni kızdırmıyor değil mi tanrım? ben babama da sen diyorum. kişisel değil yani. hanımefendi ve beyefendi de diyemiyorum. mesela bu yüzden kurumsal kafeslerde işim yok. ben daha geniş ve samimi kafeslerde ölmeliyim. bunu senden rica ediyorum. bir ricam daha olacaktı aslında, yanımda birini isteyecektim ama düşündüm. bunca iyilik lakırdısı etmişken kimseyi kendime maruz bırakarak cezalandırmak istemiyorum. ''uzun zamandır insanlarla yaşamıyorum, onlara maruz kalıyorum'' diye sitem ederken kağıtlara, şimdi kalkıp onlardan biri olmak bana yakışmaz elbette. ama ben yalnız mı öleceğim yani? bu, bu demek mi oluyor? yani bir gün, huzurla yaslayamayacak mıyım bir göğüse başımı? bir göğüse başımı yasladığım zamanlar nadiren de olsa oluyor elbette. ama bu öyle bir şey değil. bu başka bir şey. aradığım huzur bu dünyadan bağımsız. bir insandan da bağımsız olabilir. ben birini değil, birinin bana hissettirdiklerini sevmek istiyorum. kendimi sevmek istiyorum aslında bencilce. biri gelip bu yaralarıma dokunsun, iyileştirsin istiyorum. iyileştirsin ki sevebileyim kendimi. kendimi sevdikten sonra, bana bu imkanı vereni de severim elbette. yani neden sevmeyeyim. neden bir bıçak kullanmaya gerek duymadan açmayayım ona göğüs kafesimi. ve kalbimi neden vermeyeyim, cerrahi bir operasyona ihtiyaç duymadan. sabahattin ali ne diyordu '' sen sevdiğin insana ne verebilirsin? kalbini mi? ya ikincisine? ona da mı kalbini? atma be adaşım, kaç kalbin var senin'' kelimelerde farklılık olabilir, google a bakıp teyit etmeyeceğim şimdi, siz mevzuyu anladınız. işte benim bir tane kalbim var sabahattin abi. onu henüz kimseye vermedim. verdiğimi söylemedim, söyledin diyen varsa çıksın. şiir falan yazdıklarım oldu elbette, seviyorum dediklerim de oldu. ama ben sokak köpeklerini de severim. onlara da sevdiğimi söylerim. şiir yazmışlığım da vardır ürkek ürkek çöpleri karıştıran bir kediye. yani bu özel bir şey değil. kalbimi odamdaki tozlanmış masada, buğulu bir cam fanusun içinde, sigara paketinin hemen yanında muhafaza ediyorum. bir felakete yakından şahit olmaya ihtiyaç duyan varsa, adres vereyim, gelsin alsın. rica falan etmeyeceğim, gelsin alsın. imdat yakarışlarının ricası olmaz. hangi yaralının kurtarılmak isterken rica ettiğini gördünüz. o dediğiniz anca filmlerde olur.
uzun zamandır ilk kez bu kadar uzun saçmalıyorum. arka fonda güzel müzikler çalıyor, dışarıda kar havası var. odamı güneş ışınları aydınlatıyor, ısıtmıyor ama aydınlatıyor. bacaklarım yorganın altında, güneşin ısıtmıyor oluşu benim için bir sorun teşkil etmiyor. yapacak daha iyi bir işim olsa keşke şimdi. hevesli bir buluşmaya hazırlanıyor olsam. kalbimin sesi kulaklarımda yankılansa. içten içe terlediğimi hissetsem birinin yanına gitmeden üç beş dakika önce. kalbim genişlese. beni daha geniş bir salona alsalar mesela şairin dediği gibi. ama gel gör ki, hiçbir şey şairlerin dediği gibi değil bu gezegende. zaten şairler de doğruları söylemiyorlar. dünyanın en büyük duygu sömürücüleri; şairler ve yazarlar. bunun aksini iddia eden bütün yazarlarla ve şairlerle tartışabilirim. gerekirse yumruk yumruğa kavga da ederiz. ama bu böyle.
ne çok konuştum, ben bile sıkındım kendi iç sesimi duymaktan, siz hala nasıl oluyor da burada kalıyorsunuz. size de üzülüyorum biliyor musunuz. yapacak o kadar bir şeyiniz kalmamış ki, kalkıp en kötü ihtimali değerlendiriyor, yani buraları okuyorsunuz. canım insanlar. sizi seviyorum diyemeyeceğim. ama size acıyorum lan. vallahi. kendime acıdığımdan çok acıyorum hem de. hipnotize edilmiş yaratıklar gibi, komuta ihtiyaç duymadan yaşayamıyorsunuz. aileniz, patronunuz, öğretmeniniz, devletiniz. illa bi kontrol mekanizmanız olmak zorunda. ve siz itaat etmek zorundasınız. yazık. tamam ben de itaat ediyorum bazen. yaşamaya devam etmek için bazen ödün vermek gerekiyor. ama bu bazenler çoğalıp, sürekli hale gelince işin boku çıkıyor işte. acınacak haliniz oradan sonra başlıyor. yukarıda demiştim ya hani, kanalizasyondayız diye. kanalizasyondayız işte lan. hepsi bu. bu çiçek bahçesinde dolaşıyormuş edalarınız neden? kokuyu duymamak, pisliği görmemek için kapatmışsınız burnunuzu, gözlerinizi. iyi de bunu yapmak o gerçekliği yok kılıyor mu? nereye kadar kaçacaksınız gerçeklerden? cidden merak ediyorum. kenardan kenardan boka en az bulaşacak şekilde yürüyün gidin işte. hem belki sonunda gerçekten bir papatya bahçesine ulaşırsınız. ama gidin işte lan. siktirin gidin. böyle bokun içinde durup, üzerinize parfümler sıkarak temiz görünmeye çalışmanın akla yatkın olduğunu ve böyle olması gerektiğini size kim öğretti. bu sistem, sizi kanalizasyonda tutup, kanalizasyonda bulunan şeylerle memnun etmeye çalışıyor. neden aldanıyorsunuz? gitmediğiniz yerlerin varlığına inanmamak neden içinizi rahatlatıyor. hani siz allahı görmeden seviyordunuz. gitsenize lan işte. yürüsenize şu yolu. siktir edin size sunulan kuru ekmekleri. ilerde, tünelin sonunda çok güzel duş kabinleri vardır belki. mis kokulu çiçekler, neşeli çocuklar, gülümseyen insanlar, lezzetli yemekler vardır. bu sistem siz o tarafa doğru yürümeyin diye vardır ve o sayede ayaktadır belki de. bir hayal edin. bu ihtimal varken neden boktan sevinçlerle, umutlarla, mutluluklarla meşgul ediyorsunuz kendinizi? bunu kendinize bir sorun. ben soruyorum. her gün, her gece. kenardan kenardan, ellerimdeki pisliği duvarlara sürerek, kimseye bir şey sıçratmadan yürüyorum sadece. bana yalnız diyorlar, salak diyorlar. yaşamak güzel diyorlar. geçenlerde bunu birine de dedim, bilmeyenler hep mutlu. şimdi tekrar edeyim, bilmeyenler hep mutlu. bilseler, görseler hallerini, kendilerini görmek için aynaları kullanmasalar, akıllarını çıldırır sokaklara düşerlerdi içlerinde taşıdıkları pislikler yüzünden. bana kalsa ben de yüzleşmezdim elbette. kimseyi suçlamıyorum yüzleşmediği için. üzülüyorum, küfür ediyorum bazen ama kimseyi suçlamıyorum. bana kalsa suçlardım, ama bana kalmadı. kafamı duvarlara çarpa çarpa öğrendim. kanaya kanaya , mikrop kapa kapa iyileştim. susuzdum, su ikram edenleri geri çeviremedim. bana o kanalizasyonun suyunu içirdi en son güvendiğim insanlar. hepinize ekşimiş bir suratla bakıyorsam sebebi bu.
yine kendime acıdım bak. konu alakasız yerlere geldi. konunun sürekli alakasız yerlere gidişi, bedenimin alakasız yerlerde ikamet ediyor oluşundan kaynaklanıyor. ben şimdi, bir sırt çantasıyla yollarda olmalıydım. bilmemeliydim neredeyim, günlerden ne, saat kaç? acele etmemeliydim ölmek için. öyle olsaydı daha umutlu şeyler yazardım. hatta aşık bile olurdum belki öyle olsaydı. ya da, aşık olsaydım öyle olurdu belki, kimbilir. bunlar derin mevzular, şimdi bi kaç bira içmem lazım.
yani sevgili okurlar, bazen bana soruyorsunuz ya hani nasıl yazıyorsun falan diye. sanki hayret edilecek şeyler yazıyormuşum gibi. bu konuda kesin olarak bildiğim tek şey şu;
yazabilmek için, bilekten önce belin bükülmesi gerekiyor.
ve belin bükülmesi ne anlama gelir hepiniz biliyorsunuz. ister madden algılayın, ister manen. ikisi de doğru. tercih sizin hayata bakışınıza kalmış. kolay gelsin.
Ufff manyak yazmişsin. Hevesli bir buluşmaya hazirlanip gitmek istedim. Kalbim.çarpaçarpa yerinden firlasin istedim😘
YanıtlaSil