14 Ağustos 2017 Pazartesi

Lades Kemiği

yaklaşık iki buçuk saat hareketsiz uzandıktan sonra acıktığımı hissedip mutfağa gittim. izlediğim filmin etkisini çenemde ve ense kökümde hissediyordum. vurdulu kırdılı, duygulu bir filmdi. öğlenki antrenman yemeğimden kalma kızarmış tavuğu hunharca yerken, ansızın lades kemiğine denk geldim. yemek yemeyi bırakıp o kemiği seyrettim bir süre. çok estetik durmuyordu ama çocukluğumu getiriyordu aklıma. çocukluğuma dair güzel bir şeyleri anımsatıyordu. gülümsedim. şimdi karşı sandalyede biri olsaydı da tutsaydı şunun ucundan, dedim kendi kendime. bazen kendime ahlaksız tekliflerde bulunurum ben. birinin aklımda oluşunu düşündüm sonra. ben bazen böyle uçuk şeyler düşünürüm.
ne güzeldi çocukluk yılları. berbat geçmiş olsa bile ne güzeldi. bilmek, anlamak gibi kelimeler canımı yakmıyordu o dönemler. en derin yaraları bile bir ay sonra unutuyorduk. mesela sünnet olduğumda hiç iyileşmeyeceğim sanıyordum ben. sonra baktım ki geçiyor. sünnetten bir kaç sene sonra keskin bir metalin tenimle ilk tanıştığı anda da kan hiç durmayacak sanmıştım mesela. ama durdu, geçti. üstünden neler neler geçti hatta. bir kaç ölüm, yüzlerce yara. kan izi olmadan cereyan eden felaketler. başım ne zaman belaya girse, lan bu sefer sıyrılamayacağız galiba, dedikten bir kaç gün sonra her şeyin kendiliğinden yoluna girdiği seneler. özlüyor insan. çocukluğunu özlüyor, boktan geçmiş olsa bile. sağ elimdeki lades kemiğinin diğer parçasını sol elimle parçalayıp gülerek, aklımda, dedim. sonra düşündüm aklımda olan şeyleri. sahiden aklımda ne vardı lan benim? önemsediğim ne vardı, kaybetmekten korktuğum. bu soruların karşısında kocaman varlığıyla annem duruyor. annem olmasa ne yapardım. bilmiyorum, düşünmek de istemiyorum. şimdiye dek ölümü düşünmediysem ciddi ciddi, sanırım bunun en büyük etkeni annemdi. umarım daha uzun bir süre düşünmem.
başka ne var, başka, başka. uzun yolculuklar var, masmavi kıyılar, turuncu gök çizgili gün batımları var. biraz daha kurcalıyorum. eskilere indikçe şiddetten, öfkeden başka bir şey yok. ergenlik ve ilkgençlik yıllarımda başıma gelen olaylar şimdi şu aklımla başıma gelse, muhtemelen korkudan kafayı yerdim. büyümek insanı daha korkak biri haline getiriyor. yani çocukluğa oranla, daha korkak. bu konu üzerinde dururdum aslında ama, anlattığım şeylere ''kesin yaşanmıştır bu'' yaftası yapıştırırsınız hemen. o  yüzden anlatmıyorum. herneyse, biraz daha kurcaladım aklımı. önemsediğim şeyleri düşündüm. pek bir şey kalmamış. değer verdiğim şeyler, değer verdiğim insanlar tarafından değer görmedikçe, hem o insanlardan hem de o duygulardan kaçmışım geride kalan hayatım boyunca. şuan onu görüyorum. geçmişimden neftret etmiyorum, ama bir kez daha yaşamak istemem. yemek bitti, kahve yaptım. masayı toplayıp balkona geçtim. bir sigara yaktım, sağ alt köşede duran göğün kızıllığına doğru. o kadar azalmış ki ruhumdaki güzellikler, o kadar eksilmiş ki. bir ara şey demiştim ya hani;
yalnızlığımı şöyle tanımlasınlar yıllar sonra; ''onlara benzememek için onlardan kaçıyordu.''

sanırım artık çok geç. benzemekten korktuğum 'onlara' çok yaklaştığımı görüyorum tam da şimdi. ince, süslü yanlarım anlaşılmadıkça; önemsediğim şeyler hor görüldükçe öfkem büyümüş. bu öfkeyle, öfkelendiğim insanlara benzemişim. ki öfke, insanı en hızlı değiştiren duygudur. ve genellikle de gelişimin sonunda ölümüne pişman eder insanı. oysa ben sevgiyle değişmek isterdim. sevginin iyileştirici yanını solumak isterdim şimdi bu yorgun solungaçlarımla. şu balkonda, tam da böyle bir akşam...
normalde bu yazıları Z.'ye yazıyorum. Z'nin kim olduğunu bilenleriniz var. süslü cümlelere gerek yok, bir gün geleceğine inandığım kadın işte. geceler boyu oturup, olmayışına kitaplar, şiirler, romanlar yazdığım kadın. adının baş harfini büyük yazacağım tek canlı belki de. ondan da umudumu kesmek üzereyim. annem de benden umudunu kesmek üzere. yani  sevgililik, evlilik falan gibi mevzularda işte. ama bugün nasıl olduysa lavaboda bir kadın yüzüğü bulmuş. ne alaka anne ya, ne yüzüğü, yüzük nasıl bir şey ki, falan diye savunma yapsam da, aptal değil tabi kadın. anladı bir şeyler.  belki de bana dair umutları tekrar yeşermiştir. ama yeşermesin, önemsiz bir konu çünkü. hissiz dokunuşlar işte. -unutkan kadınları sevmiyorum. bunu Z.'ye de söyledim. annem de biliyor. ama bazıları bilmiyor işte, lavaboda yüzük unutulur mu amk.-  her neyse. bazı kadınlar lavaboda yüzüğünü unutmak üzere programlanmış. şuan konumuzun onlarla bir alakası yok.
tepeden bir uçak geçti. telefonum iki kez çaldı. birine bakmadım. söyledim ya unutkan kadınları sevmiyorum.
yine istemsizce lades kemiği geldi aklıma. vay amına koyayım ya, deyip gülümsedim kendime.
ne günlerdi.. sekiz dokuz yaşlarında, oyuna dalıp dükkana yarım saat geç gittim diye, hortumla dayak yediğim günleri hatırlıyorum. inanır mısınız, o günleri bile özlüyorum.
dedim ya, insan özlüyor işte.
özlüyor. ve yazmaktan başka bir çare bulamıyor. belki de aramıyor, bilemiyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder