kahvaltı soframda bir bardak, bir çatal
çayı şekersiz içerim kendimi bildim bileli
yalnız kurduğum sofrayı yalnız toparlayıp
ağrımı dindirsin diye ilaçlar yutuyorum
sonra bir sigara
sonra bir sigara daha
her şey berbat
hastaneye tek başıma gidiyorum,
kapıdan her girdiğimde, bu son olsun, diyerek
içerde kendim, içerde doktor
bekle, diyor bana öylece
içini deşeceğiz, ama bekle diyor
iki çay ver garson, der gibi
salt, duygusuz
onların işi o biliyorum da
dışarıda kendimi bekleyen yine benim
nasılsın diye soran
kendimi teselli etmesi gereken yine benim
doktorlar bunu bilmiyor, ben de söylemiyorum
böyle şeyleri söylemek ayıptır çünkü
insanın kendi kendini teselli etmesi
de ayıptır
ama insanın kendine yaptığı ayıbı kimse umursamaz
acayip bir yerdeyim, üzülmüyorum artık, acıyorum kendime sadece
ne hoş değil mi
bir kadına doğru zamanda söylenmek için ezberlemiş şiirler yok
hastane koridorlarındaki fayanslar var ezberimde
sağdan sola 76 tane, biri hafiften çatlamış
çok değil ha, 26 yaşındayım
oysa bir gitmesi olmalıydı bu temmuz ayının
bir otobüs koltuğunda uyuya kalınmalıydı
kalan ömürde, unutulmayacak birinden gelen bir merhaba ile tanışılmalıydı
yani bir sevmesi olmalıydı
çocukların ölmesiyle değil
çocukların gülümsemesiyle anılmalıydı bu temmuz ayı
ah, ne yanlış bir coğrafya burası
çocuklar
çocuklar
kadınlar
sevenler
ve bekleyenler için
edip cansever'in umutsuz yanından soluyorum bu sabah
nazımın itilmişliğini
sabahattin'in ezilmiş başını
oğuz atay'ın anlaşılmayan yanını içimde taşıyorum
bir sofrada bir bardak
bir sigara, bolca hüzün
sorarlarsa eh işte, yaşıyorum
dün sabah ölümü düşündüm
ve ilk olarak
ölümün ürkütücü değil
ferahlatan yanı geldi aklıma
yine bu sofrada otururken
ahmet erhan'dan farklı olarak
ölümü düşündüm ben,
26 yaşında
ve hayat böyle berbatken
sonra bir cenazeyi uğurladım içimden
canlı kanlı birini merak etmediğim yerlere uğurladım
sonra bir tabutu sırtladım aynı gün
daha dün yani
altmışında bir adam, bildiğin ölü
altmış yılın emeğini, umudunu gömdüler onbeş dakikada
annem buna çok üzüldü
ben hemen yandaki mezar taşında
benden genç yaşta öldüğü yazan çocuğa üzüldüm
herkes kendine yakın hissettiği felakete üzülüyor
bunun ayıplanacak bir yanı yok
bu sabah oturdum ölümü düşündüm
ölüm bir kayıp gibi gelmiyor artık
bu mu lan kaybetmekten korktuğum hayat, dedim yüksek sesle kendime
bir insan kendiyle konuşurken
sesini kısmıyorsa artık
yalnızlık budur işte
dedim kendime
yine sesimi kısmadan
aşk ne, sevmek ne, umut etmek ne
nerden bileyim
ben böyle şeyleri yalnızca özlemesini bilirim
insan tatmadığı şeyleri özler en çok
ve bu hiçbir kitapta böyle yer almaz
zaten doğru kitaplar
herkesin elinde bulunmaz
şiir yazıyormuş gibi değil
sonunun yaklaştığını hisseden birinin
dünyaya not bırakması gibi
geldim bu satırlara kadar
içimde biraz korku, biraz kırgınlık
biraz öfke
ve hepsinin etrafında bolca yalnızlık
oturdum ölümü düşündüm
metin eloğlu okudum az evvel
bu şiiri onun yardımıyla bitireceğim
içimi çizen bir hüzün tonuyla
şöyle diyor bir şiirinin sonunda
"böyle şiir olmaz, diyeceksin; biliyorum.
ama böyle dünya olur mu?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder