27 Mart 2020 Cuma

Gölgeler, Sesler ve Karantina



Değil. Karanlık? Değil.  Hissiz? Değil. Güpegündüz bir ilkbahar öğleni. Her şeyi hissediyorum. Kapıyı çektim. Merdivenleri usul usul iniyorum. Aklımda bir şeylerin gölgesi. Aklımda bir şeylerin aydınlığı. Her şey geçmişte yaşanıp bitmiş sanki. Şu an olan tek şey: hiçbir şeyin olmaması. Hiçbir şey hiçbir şeyi aydınlatmıyor ya da karartmıyor. Hiç kimsenin hiç kimseye bir zararı ya da faydası yok. Ne güzel dünya! Hayır, değil! Sessizlik ve tenhalık. Çaresizlik ve umutsuzluk. Bir yerde hiçbir şey olmuyorsa orada iyi şeyler de olmuyor demektir. Klişeler, başıbozuk düşünceler; korku ve tedirginlik. Aklıma mukayyet olmalıyım. Sokağa iniyorum. Elektrik direğinin dibindeki çöp poşetleri yalnız. Başını sokup işe yarar bir şeyler arayan kediler yok. Yetişkinlikten bihaber, gerçeğin uzağında oyun oynayan çocuklar yok. Şapkamı başıma geçiriyorum. Rüzgar esiyor. Serinletiyor mu? Hayır. İyi hissettiriyor mu? Hayır. Güneş hala tepede, bunu hiçbir şeye yormuyorum. Adımlarım gereksiz hızlı. Yavaşlıyorum. Ellerimi cebime yerleştirdim. Bir ıslık tutturmalı mıyım? Ezberimde hiç şarkı yok. Gereksiz düşünceler. Gerekli olan bir şeyler bulmalıyım. Beş dakikadır yürüyorum, hiç kimseyle karşılaşmadım. Her şeyin her şeyliği. Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği. Durmaksızın gelişmeyen gelişmeler… Açık bir market bulacağım şimdi. Evden çıkmama sebep olan gayreti hatırladım. Dolap bomboş. Dün gece yediğim makarna kilerdeki sonuncusuydu. Kaç param kaldı? Çok değil. Markete yaklaştım. Ellerinde poşetlerle yürüyen bir adam. Evden çıkmak için bana benzer şeyler hatırlamış olsa gerek. Kapıdan içeri girdim. Kasiyer mutsuz. Biraz da ürkek görünüyor. Önündeki yazar kasaya öfkeli gibi. Belki de onu şu an burada oturtan koşullara öfkelidir, bilemiyorum. Güçlü bir ülkedeydik en son. Makarna reyonunun önündeyim. Makarnayı çok mu seviyorum, hayır. Başka seçeneği varken makarnayı kim sever ki zaten? Ben sevmem. Üç paket makarna aldım. Biri burgu, diğer ikisi çubuk. Şarküteri reyonunun önünden hızla geçtim. Aklım bir şeyde kalsın istemiyorum. Beş litrelik suları nereye saklamışlar. Tamam, buldum. Kasiyer kız bana bakıyor. Nasıl görünüyorum kim bilir?.. Şu sıralar herkes herkesmiş gibi görünüyor. Korkunun, çaresizliğin  ve garibanlığın herkesi aynılaştırma durumu.  Kasanın önündeyim. Cebimdeki kağıt parayı çıkarmaya çalışıyorum. Yalnızca yirmi liram kalmış. Bunu zaten biliyordum. Ellerimi ceplerimde biraz oyalasam mı? Kasiyer son paramın bu olduğunu zannetmesin. Gereksiz bir hassasiyet. Parayı uzattım. İyi günler mi desem yoksa kolay gelsin mi? İkisi de boş laf. Hiçbir şey söylemedim. Marketten ayrıldım. Bir kedi konteynırın önünde yalanıyor. Göz göze geldik. Eskiden olsa haline üzülürdüm. Bana bakıyor. Bu kez o benim halime üzülmüş olacak. Eğilip başını okşamıyorum. Eldivenle kedi sevilmez. Gereksiz bir sevgi gösterisi. Herhangi bir gösterinin muhatabı olmak istemiyorum. Adımlarımı hızlandırdım. Markette dolaşırken nefesimi tutmuşum farkında olmadan. Göğsümde bir ağırlık. Yoksa… Hayır hastalanmadım. Psikolojik bir reaksiyon. Kaç haftadır başka ne düşündüm ki? Rakamlar, istatistikler, alınmayan önlemler. Şu kasiyer kız da alınmamış bir önlem, ben de alınmayan bir önlemim. Başımıza bir iş gelirse yalnızca bir sayıdan ibaret olacağız. Ne iyi. Televizyonları böyle şeylerle meşgul etmememiz lazım. Devletimize zeval gelir sonra. Gelmemeli. Niye gelmemeli bilmiyorum. İktidarı oldum olası sevmem. Tuttuğum bir taraf da yok. Benimki genel bir tavır: yeryüzündeki hiçbir iktidarı sevmiyorum. İktidarlar da beni sevmiyor zaten. Cebimde dokuz liram var çünkü. Binanın önündeyim. Çöp poşetleri hala yalnız. Çöpçüler kaçta uğrayacak acaba. Kötü kokular yayılıyor etrafa. Haftalardır iyi kokan bir şeye rastlamadım. Merdivenleri çıkıyorum. Göğsümdeki doluluk azalmadı. Anahtarı nereye koydum? Telefonum titrer gibi oldu. Hayır titremedi. Aylardır faturayı ödeyemiyorsun çünkü. Kapıyı açtım. İliklerime kadar kirlenmiş hissediyorum. Hiçbir yere dokunmadım oysa ki. Lavabonun karşısındayım işte. Sabun da bitmek üzere. Ellerimizi yirmi saniye yıkamalıymışız. Sular ne zaman kesilir? En son faturayı ne zaman ödedim?Musluğu kapatıyorum. Karnım acıktı mı? Bilmem. İyice akşam olsun öyle yerim. Birkaç gün daha evden çıkmak istemiyorum.


Uyandım. Uyuyalı kaç saat olmuş. Odamda saat yok. Hiç olmadı. Zamanın yalnızca adı var epeydir. Ne geçiyor ne de duruyor. Yaşam hala inatçı. Nabzım da öyle. Dünya da öyle. Bana rağmen dönüyor. Kendine rağmen dönüyor. Her akşam televizyona çıkıp ölü sayısı açıklayan çirkin adamlara rağmen dönüyor. Aylaklığın, işe yaramazlığın meşrulaştığı zamanlar. Hiçbir şeyi kaçırmış hissetmiyorum. Hiçbir şeye yetişmeye çalışmıyorum çünkü. Ayaklarım odanın parkelerine değiyor. Mutfağa gitmeliyim. Gırtlağımda ve ciğerlerimdeki berbat hisle uyandığım kaçıncı sabah? Bilmem. Sigaraya başlayalı dört yıl oldu. Tütünüm beni kaç gün idare edecek? Parkelerin çıtırtısı mutfak kapısındaki hamamböceğini ürkütmüş olacak. Kapının dibine kaçıp hareketsiz kaldı. Benden mi kaçıyor? Hayır. Parkenin çıtırtıları telaşlandırdı onu. O kadar ıssızım ki, mutfaktaki hamamböcekleri bile benden kaçmıyor artık. Şairane bir tasvir. Şair olsaydım bunu yazardım. Neyse ki değilim. En son ne zaman bir şeyler yazdım? Belki bir ay önce. Ona yazmıştım. Pastaneden poğaça almıştım. Yediğim son poğaçaydı. Kese kağıdının yanına karaladığım akrostiş şiir... Görmemişti bile. Hem kötü bir şiirdi zaten. Romantizm neden yasaklanmadı? Gerçekleşmesi için hala para harcanması gerekiyor çünkü. Balkon penceresini açtım. Sokak yine tenha. Tenhalık kocaman bir ülkeye dönüştü. Herkes nerede acaba? Bana ne bundan. Ben buradayım. Çayı demledim. Dolapta yiyecek ne vardı? Bir parça helva. İyi ki zamanında almışım. Beş gündür her sabah helva yiyorum. Tadı kötü gelmiyor. Bir alternatifi yok çünkü. Olsaydı yüzüne bile bakmazdım. Kaç gündür evdeyim. On? Onbeş? Bu gün günlerden ne? Ne önemi var ki? Hala ölmedim. Aklımı yitirdiğim de söylenemez. Hamamböcekleriyle konuşuyor olmam delirdiğim anlamına gelmez ki? Onlar hala konuşmuyorlar benimle. 

****


Televizyon karşısında bir süre beynimi boşalttıktan sonra boş bir zihinle mutfağa yöneliyorum. Masada bir kitap. Çok okunmayan bir kitap. İstemeye istemeye sayfalarını çeviriyorum. 
Bir sayfasında şöyle yazıyor: ''Yadırgamıyoruz. Çıldırmamız gerek ama yadırgamıyoruz.''
Esas çıldırtıcı olan da bu işte, diye sesleniyorum odaya. Kimse duymuyor. Kimsenin beni duymayacağı şekilde konuşmuyorum oysa ki! Kitabı kapatıyorum. İnsanı çıldırtacak ne çok şey var. Mutlu edecekse -neredeyse- hiç. Telefonumu seyrediyorum. Boş, bomboş fikirler okuyorum. Bomboş fikirler kusuyorum. Bereket, evin interneti hala kapanmamış. Demek ki o kadar da uzun zaman olmadı eve kapanalı. Dolap iyice boşaldı. Kapıya bırakılan faturalara artık bakmıyorum bile. Yatak odasına yürüyüp etrafı seyrediyorum. Oda dağınık değil ama yine de çirkin görünüyor. Duvarları seyrediyorum. Badana zamanı gelmiş, diyorum kendi kendime. Bir şeylerle ilgilenmeliyim çünkü. Annemin çerçevelettiği diploma henüz eskimemiş. Yatağa yatıyorum, uykum yok. Kalkıyorum, odaları dolaşıyorum. Bunu yapmam için hiçbir sebep yok. Telefonum çalıyor, hayret. Hayatta olduğum kimin aklına geldi acaba? Hevesle komodinin üzerinde duran telefona koşuyorum. Aslında gelecek hiçbir telefonun bana hevesli bir haber vermeyeceğini bilerek. Eski işverenim arıyor. Ha siktir! Ne anlatacak acaba. Beni aramasını gerektirecek ne olmuş olabilir? Geriye dönüp kamera kayıtlarını mı seyretti acaba? Seyretse ne olacak? Ne yaptım ki sanki? Mesai saatinde telefonu kurcaladığım için arıyorsa artık vakit çok geç! Sıradan bir garson daha illegal ne yapmış olabilir ki? Dolaptan kutu kola içmiştim bir ara, o mu yoksa bu aramanın sebebi? Telefonu açıyorum. Hayır delirmedim, hayır hala hayattayım. İyiyim evet. Hamamböceklerine soracak olursanız onlar böyle söyler. Onları öldürmüyorum. En radikal tavrım onları peçeteyle alıp balkondaki çiçeksiz saksıların içine koymak oluyor. Elemanın biri işten ayrılmış. Ayrılır tabii. Kimse ölmek istemiyor. Ben istiyor muyum. Elbette hayır. Boktan bir yaşamın mensubu olsam da hayır. Yarın kansere yakalanacağımı bilsem bile hayır. Tamam, kabul ediyorum. Yarın dükkana geleceğim ve beş para etmez poğaçalarını beş para etmez insanlara satacağım. Çünkü hayatta kalmalıyım. Yıl olmuş 2020. Açlıktan ölürsem komşulara çok ayıp olur. Kendilerini kötü hissederler belki. Neticede hala müslüman mahallesi burası. Yatak odasına dönüp diplomama bakıyorum. Garsonluk mezunu falan yazmıyor üzerinde. Gülümsüyorum. Neye gülümsüyorum? Yoksa az önceki telefon mutlu mu etti beni? Hem poğaçalar neden boktan olsun ki, fırından sıcak sıcak çıktığında taze bir çayla keyifle mideye indirmiyor muyum onları? Hayır. Kendimi ikna etmeme gerek yok. Uzun zamandır tasvip etmediğim şeyler yapıyorum zaten. İnsan onaylamadığı bir hayatın da mensubu olabilir. Hatta buna mecburdur bazı zamanlar.  Öyle bir zaman mı? Ya hastalık kaparsam? Alacağım yevmiye bırak beni tedavi ettirmeyi, hastaneye götürecek taksi parasına bile yetmez. Yine de gideceğim. Gideceğim ve onlara kendi kararımmış gibi göstereceğim bu mecburiyeti. 

****

Hava henüz aydınlanmamış. Telefon alarmının sesi ruhumun diplerinde çınlıyor. Nefret ediyorum bu andan. İnsan en sevdiği şarkıyı alarm sesi yaparak ziyan etmemeli. Kimse neşeli sabahlara uyanmıyor bu aralar. 
Parmak uçlarım parkeye temas ettiği anda yine aynı çıtırtıyı hissediyorum. Etrafta hiç hamamböceği yok. Nereye gittiler acaba? Onlar bile benden, bu evden umudu kesmişlerse çok üzülürüm. Neyse, uyanır uyanmaz açlığımı hatırlamamalıyım. Birazdan işe gideceğim. Pantolonu bacağımdan geçirdim. Siyah tişörtü, kazağı... Aynanın karşısından kendimi seyretmem gerekir mi? Bir bakayım, burnumda falan sümük kalmıştır belki.  Yok. Gayet temiz görünüyorum. Yüzümde yaralar çıkmamış, göz altlarım morarmamış... Hala bir patronun işine yarayacak düzeydeyim. Bu iyi mi? Bu iyi.
Hala birilerinin zenginliklerini düşünmesi iyi. Salt karnını doyurmak isteyenler bu zamanlarda karnını nasıl doyuracak başka türlü? Kimseden yardım isteyemem. Aslında isterim, yardım edecek kimsenin olmayışını bu şekilde kapatmaya çalışıyorum. Sus. Aklım... gevezelik etme! Benimle misin değil misin onu söyle! 
Evden çıktım. Bir köpek havlıyor. Bana değil. Evden çıkarken sardığım tütünü şimdi yakmalıyım. Akşama yenisini alırım. 
Dükkanın kapısındayım. Işıkları yanıyor. Benden önce birileri gelmiş demek ki... Tüm günü burada geçireceğim. Bu gün böyle geçsin, akşama maske alayım kendime. Maskeyle çalışmama izin verirler mi? Sorarım. Hayır soramazsın. Bunu yapabileceksen onlar sana söyler. Günaydın! Günaydın! 
Hoş geldiniz! Hoş geldiniz!
Ne arzu edersiniz? Böreği beğenmediniz mi? Bok yiyin. Hayır yemeyin. Siz de çalışmaya gidiyorsunuz. Sizinle bir derdim yok. Afiyet olsun. Oradan poşeti uzatır mısın? Uzatırım. Evet onları paketledim. Bu paket hangi arkadaşındı? Senin mi güzel kız. Al bakalım sana bir de gülümseme. Annen, baban neden kendi gelmedi? Kötü ebeveynlerden nefret ederim. Ama yine de al bakalım. 
Sokağa çıkma yasağı gelecekmiş diyor patron.  Bunu üzülerek söylüyor. Ben de üzülerek dinliyorum. Biraz daha çalışmalıyım. Makarnayı bedava dağıtacaklarsa bu yasağı desteklerim. Makarnayla işi yok kimsenin. Büyük bir ihalenin ortağı olsaydım birileri ilgilenirdi benimle... ama benim gibilere poğaça satıyorum. İçeride oturmak yasaklanmış, iyi bari. Paket servis yapıyoruz yalnızca. Daha az yorucu. Dükkandan içeri biri girdiğinde nefesimi tutuyorum farkında olmadan. Göğsümdeki yoğunluk artmaya başladı. Kapının önüne çıkıp derin derin soludum ama geçmedi. Ellerimi kaç kez yıkadım. Patron bunu sorun eder mi? Müşterilerin yüzüne bakmamaya çalışıyorum. Patron görmese bari. Görürse görsün. Başka iş mi yok? Yok. Kendine gel. Gençsin daha salgından ölmezsin. Ama açlık yaşlı genç dinlemiyor. Mesai bitmek üzere. Bir vukuat yaşamadım. Ellerimi on iki kez yıkadım ve maske alacak mısınız diye iki kez patronun yüzüne baktım. Birinde dolaylı olarak maskeden konu açtım, oralı olmadı. Normal şartlarda hijyenik görünür bu durum ama şimdilerde, karnını doyurmak için buraya gelmiş birilerine hastalığı hatırlatabilir. Ben olsaydım bana hastalığı hatırlatan birinin elinden yiyecek alır mıydım? Almazdım. Patron işlerini düşünüyor ve haklı. Ben de hayatımı düşünüyorum ve haklıyım. Nasıl yapacağız bilemiyorum. Yarın yeniden geleceğim buraya. Kapıdan çıkıyorum. Yevmiyemi aldım işte. Bir elli, bir yirmilik. Bir sürü makarna alınır buna. Hatta tütün, su, peçete bile alınır. Keyfim yerine geldi. Göğsüm hala daralıyor. Bu bir şeye işaret mi? Ateşimi kontrol ediyorum. Normalim. En azından şimdilik.

****

Buradaki üçüncü günüm. Her şey olağan seyrediyor. Bir felaket filminin girizgahı gibi zamanlar...  Sessiz, sakin. Ama bir şeylerin eşiğinde olduğumuz aşikar. Dolabı doldurdum. Birkaç haftalık tütünüm de var artık. Göğsümdeki doluluk sabit. Ne artıyor ne azalıyor. Bu sabah ondan mesaj aldım. Beni özlemiş. Bunun bir anlamı var mı? Neden olmasın? İçimde hala bir şeylere anlam yükleyecek bir taraf var. Onu epeydir besleyemiyorum ama orada olduğunu biliyorum. Cevap veremedim. Faturayı hala ödemedim. Ödemeyi de düşünmüyorum. Eve geçince cevap vermenin başka bir yolunu bulurum. Malum, sosyal medya çağındayız. Mesaim bitti. Bugün daha az yoruldum. Ölümler arttıkça müşteri sayısı azalıyor. İşime gelir. Yüz kişi de gelse on kişi de gelse aynı parayı alacağım. Annemi özledim. Babam pek aklıma gelmiyor. Hızlıca eve yürüyorum. Gelen mesaja bir cevap vermeliyim.  Ben de onu özledim. Ne güzel günlerdi. Ne yazayım peki? Ben de seni özledim, dersem fazla istekli görünürüm. Neticede o terk etti beni. İyi misin? yazayım. Evet, en iyisi bu. Mesajı yazıp, telefonu yatağın üzerine fırlattım. Böyle anlarda telefondan uzaklaşma ihtiyacı doğuyor içimde. Bu herkese oluyor mu bilmiyorum. Beni ilgilendirmez, ben böyleyim. Hamamböcekleri ne alemde, bir bakayım. Hava kararmadan ortaya çıkmazlar. Yerleri en son ne zaman sildim? Bir tütün sarıp balkona çıkayım en iyisi. Çakmağımın gazı bitmek üzere. Evde gazı bitmiş onlarca çakmak var. Yine de düzenli olarak yeniden deniyorum hepsini. Nafile çabalarımdan yalnızca biri. Masumane bir yanılgı. Yanılmayı seviyor muyum? Hayır. Haklı çıkmayı seviyor muyum? Yine hayır. En çok haklı çıktığım konular mutsuz ediyor beni. Mutlu olabilmem için bir şeylerin düzenli olarak beni yanıltması gerek.  
Ön yargılı biriyim sanırım. Buna hala karar veremedim. Karşı balkonda bir silüet. Bu daire uzun zamandır boştu. Gözlerimi ovuşturuyorum. Gördüğüm manzaranın ilginçliğinden değil, sanırım o da benim bulunduğum tarafa bakıyor. Saçları uzun ve siyah. Bir kadın olmalı bu. Şimdi sokağı seyrediyor. Beni yeterince ilgi çekici bulmadı demek ki. Ben de ona bakmayacağım. O da yeterince ilgi çekici sayılmaz.  İçeri geçeyim, belki ondan mesaj gelmiştir.

***


Dün gece yarı uykulu yarı uyanıkken birtakım gölgeler gördüm, sesler işittim. Kalkıp evdeki tüm ışıkları yaktım. Ses olsun diye açtığım televizyon sabaha kadar çalışıp durdu. Televizyonun tek iyi yanı bu, evde biri daha varmış gibi hissettiriyor. 
Sabah oldu. Görevini tamamladı. Artık susması lazım. 
Televizyonu kapattım. Haber kanallarında tüm memleketin sıhhatini düşünenler hain ilan edilirken, bir zümrenin çıkarlarını gözetenler vatansever ilan ediliyor yine. Bu yeni bir şey değil. Her tarihte bir yerlerde böyle şeyler cereyan etmişti. Hüznüne maruz kalmasak hala güzel ülkeyiz aslında. Ağaçlarımız güzel, kuşlarımız, kıyılarımız, denizlerimiz, toprağımız güzel. İnsanımızı tamir etmeliyiz yalnızca. Neyse. Kendi yaşamımdan başka bir şeye öfkelenmek istemiyorum bu sabah. Bana kendini hatırlatıp mesajıma cevap vermemesinin üzerinden üç gün geçti. Onu düşünmeyi bıraktım. Birkaç kez karşı balkondaki kadını kontrol ettim. Henüz denk gelemedik. Hamamböcekleriyle aram hala iyi. Dün mutfakta bir şeyler okurken birinin bana seslendiğini hissettim. Bu kötü işte. Bu kötü. Onun bana seslenmesi değil, benim onu duyabiliyor olmam kötü. Yoksa hayvanların da kendi aralarında bir dilinin olduğuna ve zaman zaman bir şeylerden ötürü insanlığa haykırdıklarına eminim.  Bugün iş yok. Hangi koltukta uyuklasam acaba? Ne fark eder? Uzan işte şuraya. 
Kalkıp kahvaltı edecek kadar yaşam sevinci bulamıyorum içimde. Öğünleri azalttım. Bunun yaşam sevinciyle pek ilgisi yok. Dolaptakileri idareli kullanmak istiyorum. 
Saatler boyunca evin içinde dolaşıp durdum. Uzandığım koltuktan kalkıp, bir şeyler atıştırıp yeniden aynı koltuğa bıraktım bedenimi. 
Döngü. Tekerrür. Yeknesak. Tekdüze... Dünün bugünden, bugünün yarından bir farkı yok. Canım sıkılmıyor artık. Benim için can sıkıntısı bir lüks. Lüks ihtiyaçlara ayıracak bir şeyim yok. Bir şeylere alışmak, bir şeylerle barışmak için düşünmeyi bırakmaya çalışıyorum. Olmuyor. Gündüzleri iyi yine. Sokaktan tek tük insanlar geçiyor. İyi hissediyorum. Gece olunca kendimle baş başayım. Dünyanın bilmem kaç milyar insan nüfusuna sahip olması yalnızlığımı daha da körüklüyor: çünkü bir başınayım burada.  Bir başınayım. İnsan olarak yani. Gündüzleri köşelerine çekilen böcekler yalnızlığımı anlıyor olsa gerek, hava kararır kararmaz çıkıyorlar piyasaya. Evin kuytu köşeleri onların. Dün her yeri temizledim ama yine gelecekler biliyorum. Mutfak tezgahının ve dolaplarının arka kısmında bir yol var onları yalnızlığıma dahil eden. Başlarda nasıl da sinir olmuştum. Süpürgeyle çekmiştim birkaçını. Şimdi özür dilemek istiyorum onlardan. Hem eskisi kadar çirkin de görünmüyorlar artık. Aynı aileden olup olmadıklarını bilmiyorum ama büyük olanlar küçük olanlara oranla daha cesur. Evin her yerinde görebiliyorum onları. Sürekli olarak aynılarına mı denk geliyorum bilmiyorum. Hepsi birbirine benziyor. Sevgili dostlarım, sizi birbirinizden ayırt etmem lazım artık. Kiminle sohbet ettiğimi bilmeliyim, hepinize konuyu yeni baştan anlatmak istemiyorum. 
Hava iyice karardı. Balkonda bir sigara içerek etrafı seyrettim. Kadın hala piyasada yok. Belki de o eve gelen bir misafirdi... Artık  seyretmeyi bırakmalıyım. Televizyonu aç, telefona bak, duşa gir, aynanın karşısında kendini seyret, bir şeyler oku. Yok. Sıkıntım geçmiyor. Etrafı kontrol ediyorum. Hamamböceği dostlarım, neredesiniz? Dip, köşe, sandalye altı, masa ayağı, çekyat arkası... Her yere baktım. Neredesiniz? Bir sandalye çekip mutfak dolabıyla buzdolabının kesiştiği yerin önüne oturdum. Onları en sık gördüğüm yer burası. Beni ziyaret etmek için bu yolu kullanıyorlar. Bekliyorum. Gelecekler. Biraz ekmek kırıntısı serpiştirdim yere. Işığı kapattım. Işığı sevmiyorlar biliyorum. 

Birkaç saat öylece etrafı seyrettikten sonra yatağa uzandım. Etrafa ışık ve gürültü saçan laptopa sırtımı döndüm. Önce uyku başladı, sonra da  o malum rüya...
Bol ışıklı, oldukça parlak ve ölesiye sessiz bir ortamdayım. Etraf beyaz. Aydınlığı değil karanlığı çağrıştıracak kadar beyaz. Etrafımdaki sis mi yoksa ortamın doğal rengi mi bilemiyorum. Ayaklarımda beyaz bir ayakkabı, öylece duruyorum. Her yer öylesine beyaz ki ayaklarımı seçemiyorum. Ellerimde beyaz bir eldiven. Üzerimde bembeyaz bir giysi. Bir yerlerden sesler gelmeye başladı. Sesler uzaktayken anlamadığım bir dilde yankılanıyor. Yakınlaştıkça anlamlandırıyorum onları. Neye göre anlamlandırdığımı bilmiyorum. Bilmediğim bir dili yeni öğrenmiş gibiyim. Bir anda perdeler kapanıyor. Sonsuz karanlık. Yine uzaktan yabancı, yakınlaştıkça tanıdık gelen sesler. Bir süre sessizliği bekliyorum. Gelmiyor. Sonra bu gürültünün içerisinden işe yarar cümleler bulmaya çalışıyorum. Sonra düşüş başlıyor. Yüksek, çok yüksek bir yerden. Sırtıma temas eden boşluğu hissediyorum. Boşluk elleriyle okşuyor bedenimi. Düşmüyorum, alçalarak yükseliyorum. İlk kez kullandığım bir uyuşturucunun pik yaptığı noktadayım sanki. Boşlukta süzülüyorum. Boşlukta süzülüyorum ve bu boşluğun bir sonu olmadığına eminim. Boşluk korkutmuyor beni. Yürümek gibi, bakkala gitmek gibi olağan bir aktivite bu düşüş. Bu boşluk yaşamın kendisi oluyor bir anda. Korkulacak hiçbir yanı yok. Ellerim iki yanımda açık, başım gökyüzüne benzer bir tavana bakıyor. Yıldızlar yok. Alabildiğine geniş, ışıksız, siyah bir perdeyi seyrediyorum. Başımı sağa, sola çeviriyorum. Görebildiğim tek şey hiçbir şey görememenin kendisi. Kendimi duyduğum hazzın kucağına bırakıyorum. Bir anda etrafımda katmanlar oluşmaya başlıyor. Her an bir katmanı geride bırakıyorum düşerek. Bir katmandan diğerine geçerken kağıt kadar ince, ipekten bir ağı deliyorum. Bu ağ sırtımla temas ediyor, hissediyorum. Hissettiğim en yoğun şey bu. Başka hiçbir şey hissetmiyorum. Hissetmemeyi hissediyorum. İliklerime kadar sinen boşluk duygusundan devasa bir haz duymaya başlıyorum. Derken sesler yeniden yükseliyor. Daha önce duymadığım bir müziği duyumsuyor. Müzik saçlarımı okşuyor. Rüzgardan bir müzik. Her notasını, her tınısını tenimde hissediyorum. Katmanlar ortadan kalkıyor. Kauçuktan, hafif bir zemine ayaklarımın üzerinde iniş yapıyorum. Bir anda renkler çoğalıyor. Ömrümde ilk kez gördüğüm renklerden oluşmuş bir dünya uzanıyor bakışlarımın yettiği yerlerde. Sallanan salıncaklar rengarenk. İlerde bir ırmak akıyor, akan suyun rengini ilk kez görüyorum. Kuşların kanatlarını, ağaçların dallarını... Yeşile benziyor, yeşil değil. Pembeye benziyor pembe değil. Yürümeye başlıyorum. Bir anda bir ıslık öttürüyorum. Dudaklarımdan dökülen ıslık değil de bir piyano sesi sanki. Dudaklarımla kusursuz bir piyano bestesini icra ediyorum. Her şey pamuktan sanki. Akan suyun sesini duyumsuyorum. Yaklaşıyorum ona. Avuçluyorum. Ellerim rengarenk oluyor. Kirlenmiş değil, arınmış hissediyorum. Kendimi suya bırakıyorum. Ne sıcak ne soğuk. Tenimle aynı ısıda. Bedenimde hiçbir farklılık uyandırmıyor. Mutluluğun kucağındayım sanki. Mutluluktan bir ırmakta yüzüyorum. Kafamı suyun içine sokuyorum, soluğum kesilmiyor. Sudan çıkıyorum, ıslak değilim. Yürümeye başlıyorum yeniden. Etrafta ilk kez gördüğüm canlılar. Bana gülümsüyorlar. Ağaçlar bana gülümsüyor, kuşlar, hayvanlar. Hayvan olduklarına emin değilim ama bana benzemiyorlar. Yavru bir ceylanı andırıyor kimileri, kimileri insana benzer ayakları olan bir pengueni.  Hiçbir şeyden ürkmüyorum. Hiçbir şey benden ürkmüyor. Aralarından geçiyorum. Yürüyerek değil, süzülerek...
Gülümsüyorum, kaslarımda hiçbir hareketlilik olmadan. Yüzüm doğalında kocaman bir gülümseyişe benziyor. Her yerden yüzümü görebiliyorum. Yüz hatlarım tam da istediğim gibi. Hayalimdeki her şeyi yaşıyor ve her şeye dokunabiliyorum sanki. Olmak istediğim şey neyse ona dönüşüyorum hiçbir çaba harcamadan. Bedenimde hiçbir değişiklik olmuyor. Bedenimin kusursuz görüneceği bir dünyadayım. Fikirlerimin, tavırlarımın... Öyle ki hiçbir şeye iyilik yapmaya ihtiyacım yok kendimi sonsuz iyi hissetmem için. Üzerinde adımladığım dünya, attığım her adımda bana minnettar kalıyor. 

Bir anda irkiliyorum. Her şey bitiyor ve yeni bir dünya başlıyor az önce yaşadığımın tam aksine. Başımı yastıktan kaldırmadan arkamı dönüyorum. Laptoptan açtığım videonun sonrasında daha gürültülü bir video açılmış. Aradaki bu ses farkı sebebiyle uykudan uyandım. Etraf ışıksız, her şey gerçek. Ne berbat bir uyanıklık hali. Daha sessiz bir video açıp yeniden uyumayı deniyorum. Olmuyor. 





Devamı gelecek...


3 yorum:

  1. Devamı gelecek... Gelsin atık... Kaç zaman oldu lütfen...

    Tabii bu arada antibakteriyel jelli ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Kilometrelerce öteden bir ćirpida okudum satirlari, bende sizinle kayboldum,cok ama cok iyi geldi bu bana.

    YanıtlaSil
  3. Kilometrelerce ötede bir çirpida okudum satirlari,bende sizinle kayboldum sanki bu bana cok a m a cok iyi geldi. Hep yazmalisiniz sanki😘

    YanıtlaSil