28 Temmuz 2017 Cuma

erdemli olan reddediştir.
ilk insandan bu yana, kişinin kaderini tercihlerinden çok reddettikleri belirler.
testislerde alelade bir spermken, bunu reddedip bir rahime düşersin; orada spermliği de reddeder zigot olursun. sonra zigotluğu da reddedersin, fetus olur, oradan da sıkılır, ilk düşüşünü yani, rahimden dışarı ilk çıktığın anı gerçekleştirirsin. en keskin reddediş yeri burasıdır, anne karnı. sonra ortalama yetmiş yıllık bir çürüme evresi. insan hayata ikinci kez ve bu sefer sondan başlasaydı, yani yetmiş sekiz yaşında gelseydi dünyaya ikinci kez ve çocukluğuna doğru gerçekleşseydi büyüme evresi, ki bence böyle olmalıydı, bir daha aynı yaşamı tekerrür eder miydi sizce? çoğumuzun sorunu, bitme ihtimali olan şeylerin bitişini tecrübe edememiş olmamız. tecrübe ettikten sonra anlar insan değerini biten şeylerin. bitmesin diye çaba göstermez yahut bitene kadar anın tadını çıkarmaz da, bittikten sonra yas tutar itina ile.

insan olma hikayesi bile bir reddedişin ürünü aslına bakarsanız. yukarıdaki rahim ve sperm örneği, biraz alakasız bir örnek gibi gelebilir, ama bu somut konu,  üzerine çok da düşünülmesi gereken bir konu değil zaten. soyut anlamların peşinden gitmek gerek. görünen yüzü herkes görüyor, herkes bakıyor apaçıklıklara.. arkalardaki karartıyı da anlamaya çalışıyorsanız, insan olmanın o acı verici ama bir o kadar da olması gereken yanlarını alışkanlık edinmişsiniz demektir. zaten büyümek de böyle cereyan ediyor. ne kadar büyümüş olduğunuz, rastladığınız olaylara duyabildiğiniz acıyla doğru orantılı.

bir yerde okumuştum. reddedemediğin şey senin ilahındır, diyordu. ne kadar haklı.
birini tanımak istiyorsak, onun tercihlerinden çok reddettiklerine bakmak gerek. bu kişinin karakteri hakkında size çok daha keskin yanıtlar verecektir.

kişi sınanmadığı şeyi bilemez. yani bilir, ama yalnızca yüzeysel bir fikir sahibi olabilir okumalarla, gözlemlerle. evin içinde geçen bir gün, evin içinde gelişmesi muhtemel olaylara denk gelirsiniz. bir caddede yürürken, bir caddede yürürken başınıza gelmesi muhtemel şeyler gelir. işte bunlar da bir reddediştir aslında. caddede olarak evde olmayı reddediş; evde bulunarak caddede olmayı reddediş. işte bütün bunların sonucunda başınıza gelen olaylar da, yani tercihleriniz ve reddettikleriniz, sizin yaşamınızın kendisi, toplum diliyle kaderiniz. oysa kader denilen şey insanın yaşamı boyunca karşılaştığı olaylara verdiği ya da vermediği tepkiler bütünü değil midir? ilahi bir gücün bizi yönlendirdiğini düşünüyorsak bile, bu ilahi güç bize yanlızca dünyaya gelme kaderini bahşetmiştir.
gerisini sınamak, tecrübe etmek tamamen kişinin kendi öz benliğiyle ve aklıyla gerçekleşen şeyler.

bir ara şöyle bir şey demiştim. ''duvarlarını yıkmadan, dünyaya açılmadan nasıl biri olduğunu anlama şansın yok. belki de orospu çocuğunun birisin ama eline fırsat gecmiyor..'' işte bunun için bile kişinin reddettiği şeylere bakmak gerekiyor.
hırsız değilim, asla hırsızlık yapmam diyorsun. hmm. peki gerçekten paraya ihtiyacın varken, kimsenin seni görmediği bir ortamda, yüklü bir miktar para elde etme fırsatı geçmişken  eline, bunu reddettin mi? ben aldatmam kimseyi diyorsun misal, serin bir yaz vakti, alkollü bir ortamda ve senin hayatında biri varken, alımlı biri sana hakikatli bir sevişme teklifinde bulundu ve sen bunu reddettin mi? eğer cevapların evetse, zaten önünde saygı ile eğiliyorum. ama hayırsa, ben bunu asla yapmam demek, asla yapılmaması gereken tek şey belki de. sınanmadığın şeyi bilemezsin. çünkü insanı koşullar oluşturur..

mutlak iyi, mutlak kötü olmadığı gibi; her koşulda iyi, her koşulda kötü de yoktur. dünyanın en zalimleri bile birilerini seviyordu. en merhametli insanların bile kötü davrandığı birileri vardı. kim olduğumuzu bizden daha çok, karşımızdaki insanlar ve içinde bulunduğumuz ortam koşulları belirliyor. çok neşeli bir gününde rahatsızlık verici bir dilenciye bile para uzatırken; kederli bir gününde, sadece sevgi isteğiyle ayaklarına dolaşan masum bir kediye öfkeyle bakabiliyorsun.

konu buraya nereden, nasıl, niye geldi bilmiyorum.
dün kabataş sahilde bir martıyla konuştum. sizden ve bizden bahsettik biraz karşılıklı. ''nereye gidiyor abi bu insanlar böyle koştura koştura'' diye sordu. ''bilmiyorum kardeşim'' dedim. ''neden böyle aceleciler'' dedi, ''bilmiyorum'' dedim. ''neden birbirlerine böyle öfkeyle bakıyorlar, ulan insanın insandan başka dostu mu var? bütün canlılar sizden nefret ediyoruz, dünyamızı mahfettiniz. görmüyor musunuz doğa olaylarını, niye artık korkudan sarılmıyorsunuz birbirlerinize'' diye sordu. '' vallahi bilmiyorum kardeşim'' dedim. ''ara sıra gidip görüyorum abi, çok güzel kıyılar var, mis gibi sahiller, dağlar, ovalar, akarsular var. neden kimse gidip ziyaret etmiyor oraları? bu beton yığınları neden abi? bak görüyorsun mevsimlerin halini, başımıza taşlar yağıyor? bu müteahhitlerin amacı ne abi'' dedi. '' yemin ederim bilmiyorum kardeşim'' dedim.
''abi sen de neyi biliyorsun allahaşkına'' dedi, bilge bir cevap bulamadım, gülümseyip yürüdüm.
arkamdan bağırdı, ''ulan bari kuru kuru atmayın şu simitleri, parçaları biraz ıslatıp atın. boğazımızda kalıyor, geçen gün bizim bir arkadaş az kaldı ölüyordu. zaten kafamıza atar gibi atıyorsunuz. allah belanızı versin sizin'' dedi. dönüp baktım. arkasını döndü, bütün bunları ben demedim ki, demek ister bir vücut diliyle.
yürüdüm ağaçlı yoldan beşiktaş iskeleye doğru. gökyüzüne aniden siyah bulutlar çöktü.
sonra beş dakika geçmeden yumruk büyüklüğünde buz parçaları.

öğlen kırk dereceyi görürken, akşamında kafamıza buz parçalarının yağdığına şahit olduk. doğa bize daha ne söylemeli?

hayat bir reddediştir arkadaşlar. şehirli arkadaşlar. sistemler siz varsınız diye devam ediyor bordrolu arkadaşlarım. ey hamal kardeşim, ey müteahhit abim. başını sokacak bir evin var zaten, neden gökyüzünü delmek istercesine inşaatlar üretiyorsunuz dev gibi markaları daha da zenginleştirmek için? direk onlara seslenemiyorum, onlar tenezzül edip beni dinlemezler. haykırışım önce size,ki onları var eden sizlersiniz. yapmayın abilerim, kardeşlerim. geçen aylarda koluna denk gelen kuş dışkısını yanlışlıkla mı sandın? tesadüf mü, hayra mı yordun? kuşlar bilerek sıçıyorlar kafamıza, çünkü dünyayı dev bir kanalizasyona çevirdik. tanrı bize neresiyle gülüyor kimbilir.

bir şeyleri reddedelim arkadaşlar. bir şeyleri reddedebilelim artık. en başta ölümlü olmayı reddedelim mesela. ve bir açıklığa bir fidan dikelim artık. insan en verimli bu şekilde ölümsüz olabilir. hem kuşlar da elektrik tellerine değil, ağaçlara konmak durumunda kalırlar böylelikle. kafamıza değil, ağaç diplerine sıçarlar. bütün bunları bi düşünelim.

yaşanabilir başka gezegen yok arkadaşlar. olsa bile bizde o gezegene gidecek para yok. yarın ölümsüzlük bulunsa, onun ilacı bu ülkeye sekizyüz sene sonra gelir. gelin, bırakın şu kaygıları. bir kerelik olan yaşam biletimizi iyi değerlendirelim. doğaya saygı duyduğumuzu belli edelim. hem o zaman bulutlar, acizliğimize acır da, şu kafamıza yağan kocaman buz parçalarının boyutunu biraz daha küçültür belki..

4 yorum: