Neyse.
Yazarken daha az duymaya başladım yelkovanın, akrebin zamanda ilerleyişini. Bak bir şeyler azalmaya başlamış bile. Şimdi buraya afili bir aşk mektubu yazmak isterdim aslında. Tam o yaşlardayım çünkü. Veya bir interrail treninde, bir şehirden bir şehire seyahat ederken, sırt çantamdan çıkardığım deftere geride bıraktığım şehir hakkında notlar düşmeliydim. Hiç olmadı, yarın için beslediğim bir umudu konu edinmeliydim. Ne bileyim işte... Bu dünyanın bir yaşayanı olarak, bu ülkenin, bu şehrin kaldırımlarında, sokaklarında gezerken, yaşamakla az da olsa bir alakam olmalıydı. Duygularımı böyle her seferinde kağıtlara dökmek zorunda kalmamalıydım. Hay sikeyim şu derdimi ya, diyesim geliyor ne zaman kalemi elime alsam. ''Oğlum senin hayatında hiç mi umutlu bir şeyin yok yazacak? Yok amına koyayım işte, olsa neden sürekli böyle yaşamın çirkin yanlarından bahsedeyim?''
Benim kalemimden kusursuz bir manzara çıkmayacak belli ki. Ben sizin o kusursuz tablolarınıza göre çerçeve değilim. İçimde özgürce uçuşan kuşlar, neşeyle dolaşan çocuklar, el ele yürüyen sevgililer barındırmak istemez miydim ben de? Ama yok işte olmuyor. Birileri gelip deviriyor sürekli ayakta tutmaya çalıştığım umutlu şeyleri. Umut edebilmenin kendisini umut eder oldum artık. Sığ, yavan, boktan bir gerçeklik yumağının içerisine hapsolmuş, üstelik realizmden nefret eden, bir karınca gibiyim. Ben yaşamak istiyorum, dedikçe, birileri gerçek elleriyle, gerçek kötülükleriyle, gerçek haksızlıklarıyla, gerçek nefretleriyle dokunuyorlar hayatımın bembeyaz duvarlarına. Beşiktaşı tutmam da bundandır belki biraz. Zaten yenildik bu akşam. Kaybetmekten korksaydık Beşiktaş'lı olmazd... Yok yok, bu gece klişelere yer yok. Ama ben Beşiktaş'ı çok severim, bilen bilir. Yeni staddan beri ondan ayrı kalmış olsam da, passoligi çıkaranın geçmişini s... Neyse küfür etmeyeceğim. İnsan böyle zamanla sevdiği şeylerden uzak kalıyor işte. Üstelik sevdiği şeyle kendisi arasında hiçbir problem yokken uzak kalıyor. Üçüncü, dördüncü şahısların sikik çıkarları, kötülükleri yüzünden uzak kalıyor.
Bu ne saçmalık. Şu an burada küfür etmiyorsam eğer, tam da şu an küfür okumayı hak etmeyen birilerinin bu yazıyı okuyacağını düşündüğüm içindir. Yani şu an olmasa bile, günün birinde bu satırları, günün bu saatinde küfür duymayı hak etmeyecek insanlar okuyacak. Ha bu arada, burada saat 00:27. Fonda Ahmet Kaya ''Tutuşur Dizelerim'' diye haykırıyor odanın karanlığına, bir şeyleri dağıtmak istercesine. Ahmet abi yaşasaydı beni anlardı. Zaten beni ancak, aşığı olduğu topraklardan uzaklaştırılmış biri anlardı şu an. Ölene kadar sefalet içerisinde yaşayıp, öldükten sonra değerlenen Sabahattin Ali anlardı misal. Ne acı değil mi? Düşünsenize, sizi anlayacağını düşündüğünüz herkes bir şekilde toprağın altında şu an. Düşünsenize, tam da şimdi, ansızın ölseniz, kimseyi yalnız bırakmış sayılmazsınız. Öyle bir şeyler işte...
Bu gün birinin, geçmişimle, doğduğum yerle ilgili bir sorusu üzerine şu geldi aklıma: Benim üniversiteyi kazanan arkadaşlarımın sayısı, ölenlerden ve şu an hapiste olanlardan daha az. Bunu biliyor muydunuz? Bir de bana bakın. Üç beş kayıtlara geçmeyecek vukuat dışında polisle neredeyse hiç işim olmadı. Aldığım bir iki ufak bıçak darbesi ve her gece maruz kaldığım varoluş sancılarım dışında bedenen hala ölmedim. Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi, üniversiteyi kazandım. O da yetmedi yüksek lisansa başladım, kitap falan yazdım hiç utanmadan. Ulan benim neyimeydi bu yol? Ben de onlar gibi yaşadığım yerin rüzgarına kapılıp gidecektim işte. Kimseye böyle boktan, niteliksiz yazılar bırakmayacaktım.
Bir fotoğraf duruyor misal bilgisayarın arka planında. Sekiz sene öncesine ait. Dört kişiyiz. Bir deplasman dönüşü. Birini dört sene önce kafasından vurdular, orada vefat etti. Ben o dönem İstanbulda değildim. Belki o sıra bu şehirde olsaydım, onunla aynı masada oturuyor olacaktım. Belki... Diğeri, hepsini sayamayacağım kadar fazla suça bulaşmış, bilmem kaç senedir içerde. Öteki ise kayıp, nerededir ne yapıyordur bilmem. Biri de benim işte. Toplum tarafından hala var sayılan. Hatta bazı kesimler tarafından onaylanan. Ben. Şaka gibi. Bir başarıdan bahsedeceksek, evet bu başarıdır. Hala yaşıyor olmam, hala sicilimin temiz olması. Benim için başarıdır.
Geride kalan yıllarda çok yanlış yaptım ben. Haddinden fazla, sizin tahayyül edemeyeceğinizden çok ama çok fazla. Yapmam dediğim her boka bulaştım. Olmaz dediğim her şey oldu. Hayat genellikle beni hayal kırıklığına uğratacak şekilde cereyan ediyor. Konu nerde bitecek, ben nerde kapayacağım çenemi? Bilmem. Bana neden tahammül ediyorsunuz ki zaten. Siktiri boktan bir kaç sayfa işte bu okuduğunuz. Edebi değeri yok, gündelik hayatınızda da hiçbir işinize yaramayacak burada okuduklarınız. Hiçbir sınavda, hiçbir ikili ilişkinizde hiçbir şeyi lehinize çevirmeyecek burada yazanlar. Öylesine bir adamın, öylesine karaladığı, arka arkaya dizilmiş anlamsız kelime öbekleri bunlar. Yaşadığım hayat gibi yani. Alper Gencer'e sığınacağım birazdan. Geçen kış aynı gün, aynı fuarda imza günümüz vardı. Utancımdan standına gidip imza isteyemedim. Sonra insanlar, nedense, benden imza almaya geldiler, daha çok utandım. Yüzüm kızardı. (Ulan ben ne yapmış olabilirim ki bu insanlar benim için kalkıp buraya kadar geldiler, diye sorup durdum kendime fuar boyunca.) Keşke Alper Abinin standına gitseydim diyorum şu an. Konumuzun bununla bir ilgisi yok elbette. Ama madem pişmanlıklarımızı anlatıyoruz bu gece, bunu da araya sıkıştırayım dedim.
İşte böyle arkadaşlar. Bıraksalar sabaha kadar böyle manasız şeyler anlatırım. Yaşamın boktanlığından, hayatın falanından filanından bahsederim. Hiç de yorulmam he. Aksine dinlenirim. Rahatlarım. E şimdi seni tutan mı var sanki diyeceksiniz, yok elbette. Ama keşke olsaydı lan. Arkadan bir ses yükselseydi misal. Hadi kapat şu bilgisayarı, kahven soğuyor deseydi. Kahveyi sütlü, şekersiz sevdiğimi bilseydi. Fonda çalan Ahmet Kaya'ya eşlik etseydi benimle beraber. Arada ağlayıp, arada bir şeylere gülümseseydik. Ben mesela, kimseye anlatamadığım şu boktan hikayelerimi onun eteğine dökseydim. Yapabilseydim bunu. O balkondan dışarıyı seyrederken, ben dünyayı, geçmişimi, insanlığı affedebilseydim. Her şeyden önce kendimle aramı düzeltseydim. Bak lan, deseydim, karşında duruyor işte senin ilacın. Kalk ne yazacaksan onun için yaz. Düşeceksen onun için düş. Yerle bir olacaksın zaten, bir kere de onun için ol. Hem yerle bir olmak da değil ki bu...
Gülümsüyorum. Olacakla olmayacağın ayrımını yapamıyorum ben böyle bazen. Sen kimsin ki, kim niye senin hayatına tahammül etsin lan. Kendine gel oğlum.
Hem bak Alper Gencer bir şiirinde ne diyor:
''Ölmüş bir süvarisin, atın hala koşuyor.''
İşte öyle...
Gülümsüyorum. Olacakla olmayacağın ayrımını yapamıyorum ben böyle bazen. Sen kimsin ki, kim niye senin hayatına tahammül etsin lan. Kendine gel oğlum.
Hem bak Alper Gencer bir şiirinde ne diyor:
''Ölmüş bir süvarisin, atın hala koşuyor.''
İşte öyle...